20 Aralık 2025

Solucan


Toprağı kazarken karşıma çıkan solucanla saniyede çocukluğuma ışınlanıyorum. Çocukluğumun geçtiği evin bahçesi, yetişkinler toprağı kazıyor, biz çocuklar merak ve heyecanla toprağın altından çıkan solucanları izliyoruz. Bazen toprak bellenirken solucan kürek darbesiyle ikiye bölünüyor. Ölmüyor, her iki parçası da kıvrılmaya devam ediyor. Erkek çocuklar solucanları toplayıp bir kavanoza dolduruyor. Çeşitli deneyler yapacaklar üzerlerinde muhtemelen. O zaman tavuklarımız var. Tavuklar yeni kazılmış toprağa koşuşuyorlar solucanları yemek için. Kaç yaşında olduğumu hatırlamıyorum ama tüm bu olanlardan çok etkilendiğimi hatırlıyorum.

En son ne zaman solucan gördüğümü  hatırlamaya çalışıyorum, hatırlayamıyorum.  İçimde çocuksu bir sevinç var nedense, mutluyum solucan görmekten. Küreği bastırdıkça derinlerden gelen toprak kokusu sarhoş ediyor. Saksı hariç toprakla bu şekilde ne zaman temas kurduğumu hatırlamaya çalışıyorum, hatırlayamıyorum.  Toprağı kazmadan önce yaban otlarını yoluyorum. Otları yolarken ortaya taze ot kokusu yayılıyor, evet bu kokuyu da çok iyi hatırlıyorum. 

Nicedir toprakla temas etmek istediğimi söyleyip duruyordum, ellerimle toprağa dokunmak istediğimi. Ruhum ve bedenim aç kalmış toprakla temas etmeye ama bunun böyle bir durumda gerçekleşeceğini tahmin etmemiştim hiç. Belki yoga ve inzivaların yapıldığı güzel bir çiftlik, belki Güney Asya'da bir yer...Hayalimdeki ortam çok daha romantik. Kesinlikle baba ocağı değil, hele hele  hastalık sebebiyle gelinen baba ocağı hiç değil lakin heyhat! işte burdayım.

Bahçeyi düzenlerken içimi düzenlemeye çalışıyorum bir yandan da. Nasıl hissediyorum? Yaptığım her hamlede hayatla ilgili metaforlar canlanıyor zihnimde. Aynı zamanda zihnimdeki ayrık otlarını da temizliyor olabilir miyim?

Toprağın üzerindeki kuru yapraklar verimli bir kompost oluşturmuş. Solucanlar harıl harıl çalışıyor toprağın altında. Yaşam, ölüm, yaşam döngüsünü düşünüyorum. Yeniden doğmak için ölüyor her şey. Geçiciliğin kaçınılmaz sonu  ölüm. Hatırlıyorum, doğmuş olan ölecektir...

Peki ölmeden kaç kez ölmem gerekiyor? Yas tutmanın bir sonu var mı? 

Bahçenin evin arkasında kalan kısmını temizliyorum. Bu kısım dışardan pek görünmüyor ve çok az güneş alıyor. O yüzden güneş ışınlarının sınırlı vurduğu zamanları bekliyorum çalışmak için; istediğim zaman değil, uygun olan zaman. Doğayla bu şekilde uyumlanmak hoşuma gidiyor. Garip bir teslimiyet hissi geliyor, benim iradem değil senin iraden olsun.

Annem bahçenin ön kısmındaki kısmındaki otları temizlememi söylüyor bir kaç gün sonra. Bu kısım tamamen yola karşı ve uzun saatler güneş alıyor; çiçeklerin ve sebzelerin ekili olduğu kısım. Bu kısımda çalışırken aklım hep arka bahçede. Bahçenin göze görünen kısmı pek de ilgimi çekmiyor; gölgede kalan, ışık görmeyen kısmı merak ediyorum ben. Ön kısımdaki toprak sıklıkla işlendiği için kokusu arka  kısımdaki toprak kadar yoğun değil.

Ön kısımda da yoncaya benzeyen bir bitki var, geniş alana yayılmış yüksek bir bitki. Çiçek olmasından şüphelendiğim için anneme soruyorum. Çiçek ama çok yer kaplıyor ve çok arsız ,sök diyor. Sökmeye çalışınca köklerinin çok derinlere gittiğini görüyorum. Patatese benziyor biraz kökleri. Bu kadar zayıf görünen bir bir bitkinin bu kadar sağlam köklere sahip olmasına çok şaşırıyorum. Yüzeyde sandığım bazı sorunların köklerinin ne kadar derinde olduğunu merak ediyorum. Boşuna değil demek bunca zaman onları çözememiş olmam. 

Kökleri tamamen sökmek için çok  çaba sarf ediyorum. Toprağın üstünde olduğu gibi altında da oldukça geniş bir alana yayılmış bitki, sök sök bitmiyor. Çıkan köklerin hepsini toplayamıyorum, bazıları toprağa karışıyor. Bunlar zamanla yeşerir yine diye düşünüyorum. 

İşte böyle toprakla uğraşıp yararlı olanı yararsız  olandan ayırmaya çalışırken yorulduğumu fark ediyorum. Verdiğim dinlenme molasında tüm bu içimden geçenleri yazıya dökme isteği yükseliyor. Soğuk Edirne gününde güneş içimi ısıtırken bir çırpıda dökülüveriyor kelimeler. Ne çok özlemişim yazmayı... 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder