28 Aralık 2016

Bir Yıl Daha Biterken – Kısa Bir Özet Yaşama Dair


İşte bir yıl daha bitiyor. İnsan yaş aldıkça zaman daha hızlı geçer derlerdi de inanmazdım. Bu yıl fırtına gibi geçti adeta. Ne çok şey oldu; hem kişisel hem ortak tarihlerimizde. Dünyaya bakıyorum da; zıvanadan çıkmış gibi geliyor. O kadar fazla olumsuz şey oldu ki; daha fazla kötüye gidemez artık diyorum, bundan sonra muhakkak iyi bir şeyler olacak. Her şeyin kökten değiştiği bir dönemden geçiyoruz. Değişim devinim demek, kolay olmayacak elbet.

Yoganın ilk kolunun ilk ilkesi Ahimsa yani şiddetsizlik. Var olan her şeye karşı şiddetsiz olma durumu. Öyle geniş bir tanımı var ki nasıl açıklanır bilmiyorum. Yoga felsefesi öğretmenimin söylediği, bu prensiple çelişir gibi görünen bir cümle çok hoşuma gitmişti; şiddet olmasaydı dünya olmazdı. En basitinden; bir ağacın oluşabilmesi için tohumun ölmesi gerek. Öyle basit bir ölüm de değil üstelik tamamen parçalanması, tüm potansiyelinin, özünün toprağa karışması gerek ki bundan ağaç gibi yeni bir şey ortaya çıksın. Dalları göğe uzanan, milyonlarca yapraktan oluşan heybetli bir ağaç düşünün, tohumdan kat be kat büyük. Tüm bu büyüklük işte o küçücük tohumun içinde saklı ve tohum ölmediği sürece hiçbir işe yaramayacak, ne ağaç olacak, ne çiçek açacak ne meyve verecek.

2012 yılında marduk dünyaya çarpacak ve kıyamet kopacak diye ortalık birbirine girmişti. Marduk dünyaya çarpmadı ama benim kıyametim o yıl koptu kesinlikle. Başıma gelmesinden korktuğum her şey üst üste başıma gelince gerçeklik algımı yitirdim tamamen. Ben dediğim kişinin bir yabancı, hayatım dediğim şeyin kurmaca olduğunu fark ettim, bir de hayatlarımız üzerinde hiçbir kontrolümüz olmadığını. Böyle büyük bir değişimle karşı karşıya kaldığınızda eskisi gibi yaşamaya devam etmenize olanak yok. Araştırdım, okudum, yardım aldım, anlamaya çalıştım neden böyle olduğunu; öyle ya, sebepsiz kuş uçmuyor. Tüm başıma gelenler uyandırma çağrısıymış meğer.

2013 kendimi tanıma ve yeniden yapılanmayla geçti. Etrafımızda sevdiklerimiz, ailemiz, eşimiz, arkadaşlarımız olsa da hayatta yalnız olduğumuzu derinden kavradım. Mevlana’nın dediği gibi; “Bu yol senin ve sadece senin yolun. Başkaları seninle yürüyebilir ancak senin için yürüyemez.” Ben de yalnız yürümeye başladım yolumu. Kolay olmadı hiç yıllarca beraber yapmaya alıştığım tüm o şeyleri yalnız yapmak. Canım o kadar yanıyordu ki ölüyordum sanki. Sonra fark ettim ki ölmüyordum, küllerimden yeniden doğuyordum Anka kuşu gibi,  doğum sancılı geçiyordu sadece. Bebektim yeniden ve tüm dünya yabancıydı bana, ağlıyordum ben de. Elime ne geçerse ağzıma götürüyor tadına bakıyordum ne olduğunu anlamak için. El yordamıyla ilerlemeye çalışıyordum. Sonra emeklemeye başladım ve adım atmaya. Bir yıl sürdü yeniden ayağa kalkmam.

2014 yılında büyülü şeyler oldu; coştum, taştım kendimden, çiçek açtım adeta. Tüm duyularım keskinleşti; renkler daha parlak yemek daha lezzetliydi. Ortak bir dil keşfettim var olan her şeyle, ağaçların, hayvanların sesini duyuyordum sanki. BİRdim tüm yaradılışla. Yoganın anlamını kavradım.

2015 geldiğinde yerimde duramıyordum. Gitmem gerekiyordu bir yerlere ama korku elimi kolumu bağlıyordu, hareket edemiyordum. Bir gayret topladım tüm cesaretimi ve çıktım yola, ne iyi etmişim! Daha önce hiç hissetmediğim bir duyguyu deneyimledim o yolculukta: özgürlük. Korkunun gözünün içine bakmayı becerebildiğimizde ne muhteşem hediyeler bekliyormuş bizi yolda. Sistemin kölesi olmayı reddeden, başka hayatlar yaşayan insanlar gördüm. Evleri, arabaları, paraları yoktu ama özgürdüler. Hayatları müzikle, dansla, şiirle, yaratarak, yardım ederek, paylaşarak geçiyordu. Derinde bildiğim bir gerçeği yaşam tarzlarıyla yüzüme vuruyorlardı, hayatımı para karşılığı satmak zorunda değildim. Hayat sevmediğim şeyleri yaparak harcayamayacak kadar kısaydı.

2016 da ne yapmam gerektiğini biliyordum, sadece nasıl yapmam gerektiğine karar vermem gerekiyordu. İlk yarı denemelerle geçti. Ben ille de şöyle olsun dedikçe, sabırsızlandıkça olmuyordu bir türlü, nerden tutsam elimde kalıyordu. Hayat diretmeye gelmiyor. Çaresiz bıraktım ben de… Bırakır bırakmaz bir afan bir tufan neye uğradığımı şaşırdım. Çorap söküğü gibi her şey öyle hızlı gelişti ki! Nasıl olduğu önemsizdi, istediğim olmuştu sonuçta.

Amerika’ya ayak bastığımda öğrendim ki; Türkiye’de ben uçağa bindikten 1 saat sonra darbe girişimi olmuş. Yani uçağım 1 saat geç olsa orda olamayacakmışım! Bir kere daha anladım ki hayat planlanabilir bir şey değil. Demek belli yerlerde olmam, belli insanlarla tanışmam gerekiyormuş, tüm işleyiş buna göre programlanmış.

İnsanız ve ölümlüyüz, sınırlı zamanımız var dünya denen bu gezegende. Her birimiz öyle ya da böyle bir anlam arıyoruz hayatlarımızda. Bu boşuna bir arayış değil elbette, her bir ruhun belli bir sebepten burda olduğuna inanıyorum ben. Bazılarımız şanslı, içgüdüsel olarak biliyor neden burda olduğunu. Bazılarımızın da benim gibi araştırması gerekiyor bu anlamı bulması için. Geçen yıl bu zamanlar bir yazı yazmıştım Işığını Parlat diye, o zaman biraz malum olmuş gibi sanki bana ama bu yıl Ganj nehri kıyısında bir sabah geçirdim ki derinden anladım neden burda olduğumu. Dilerim tüm ruhlar bulsun hayatlarının anlamını ki acı çekmesinler daha fazla…

Şu anda Hindistan’dayım. Mardin’e inanılmaz benzeyen, kendimi evimde gibi hissettiğim bu güzel şehirde (Jaisalmer) ışıklarla aydınlatılmış kaleye bakarak yazıyorum bu satırları, fonda Ayten Alpman çalıyor. Hafiften bir esinti var ama tişörtümle üşümeden oturabiliyorum dışarda.

Yeni yıla bu çöl şehrinde, uzun zamandır hayal ettiğim yoga eğitmenliği sertifikamı almış olmanın huzuruyla gireceğim için mutluyum. Yarın ne getirecek hiç birimiz bilmiyoruz, elimizde sadece şu an var. O zaman şu an burda olalım hepimiz.


Mutlu yıllar…

21 Aralık 2016

Hindistan Postası - Jaisalmer

Çölden merhabalar, Jaisalmer’den bildiriyorum. Birkaç gün oldu geleli. Hava gündüzleri 25 derece, şaka gibi. Sanki kış ayında değiliz. Kursu bitirdikten sonra geçen yıl kaldığım hotelden yoga öğretmem için teklif gelince buraya gelmeye karar verdim.


Rishikesh’ten ayrılmak kolay olmadı. Orda bulunduğum süre zarfında kursta tanıştığım sonrasında da oda arkadaşlığı yaptığım Sophie’yle oldukça yakınlaştık. Hiç sahip olmadığım bir kız kardeş gibiydi benim için. 2 yıldır seyahat ettiğinden inanılmaz renkli hikâyeleri var. Öyle doğal, kibar olma zorunluluğu hissetmeden öyle doğrudan konuşan biri ki; benimle ilgili yaptığı birkaç yorum resmen aydınlanma yaşattı bana. Dolunayın pek bir gümbürtülü geldiği bu ay, her şey tepetaklak olup neye uğradığımı şaşırdığımda Sophie’nin söyledikleri olaylara tamamen başka açıdan bakmamı sağladı. Varlığına şükürler olsun.

Hindistan’daki para problemi devam ediyor hala. İlk zamanlar tek derdim elimdeki rupileri yenileriyle değiştirmekti ki çetrefilli yollardan da olsa bunu başarabildim. O zamanlar kurstaydım ve kalacak yerle yemek fiyata dahil olduğundan paraya fazla ihtiyacım olmuyordu. Kurs bitince de elimdeki yeni rupileri kullanmaya başladım ancak onlar da suyunu çekti. Sorun şu ki; hiç bir yerde para yok, ATM ler boş. Banka, döviz bürosu, western union fark etmiyor.  Hesabınızda milyon dolarınız olsa faydası yok yani. Saatlerce kuyrukta bekleyip sıra size geldiğinde ATM de hala para kalmış olacak kadar şanslıysanız bile sadece 2000 rupi çekebiliyorsunuz ve sağ olsun bankanız bunun %10 unu komisyon olarak kesiyor her seferinde!

Her şeyde bir hayır var diyorlar ya, ben de inanmak istiyorum buna. Amerika’dan Hindistan’a gelişim oldukça maceralı oldu. Önce Qatar’ın kredi kartı ödemesiyle ilgili enteresan kuralları gereği Dallas’taki aktarma uçağına kabul edilmedim ve gözümün önünde kalkan uçağa el sallamak suretiyle 1 gece Dallas’ta mahzur kaldım. Konaklamayı kendim karşıladım. Ertesi günkü uçağa binmek istiyorsam bilet parasını tekrar ödemek zorunda olduğumu, Hindistan’a ulaştığımda 2.kez yaptığım ödemeyi Delhi ofislerinden geri alabileceğimi söylediler. Çaresiz kabul ettim. Dallas- Doha uçuşumda biri kalp krizi geçirince Oslo’ya iniş yapmak zorunda kaldık ve Doha-Delhi uçuşumu kaçırdım falan filan. Velhasıl buraya ulaşana kadar acayip eziyet çektim. Hindistan’da para krizi olunca dedim ki; demek tüm bunları burda para sorunu yaşamamak için yaşamışım. Delhi’ye gideceğim ve beni en az 1 ay idare edecek kadar para alacağım, 1 ay sonra da para sorunu çözülmüş olur belki. Delhi biletimi aldım. Bu arada da Qatar’a yazdım parayı nerden alacağım diye. Gerekli prosedürler tamamlanmadığından parayı ödeyemeyiz diye cevaplamasınlar mı! Bileti almış olduğumdan mecbur gittim Delhi’ye yine de. Ofislerinde öğrendim ki büyük miktarları elden ödemiyorlarmış zaten. İşlemler tamamlandığında karta iade yapacaklarmış. Jaisalmer’e aynı güne bilet bulamadım elbette. 2 günlük Delhi çılgınlığını boşu boşuna yaşamak zorunda kaldım anlayacağınız. Belli ki başka bir hayır var bu işte!

Rishikesh safi huzurmuş Delhi’ye gelince daha iyi anladım. Doğanın kucağında, sağın Himalaya, orman, solun Ganj nehri, et yok, alkol yok, her yerde yoga, gül gibi yaşayıp gidiyordum. Delhi’ye gelir gelmez inanılmaz bir kalabalık, kirli hava (İlk geldiğimdeki kadar kötü değil Allah’tan!), saatler süren trafik çilesi derken kendimi biraaaaaa diye ağlar halde buldum. Anladım ki; şehir bizi bu hale getiriyor. Doğal halimiz doğayla iç içe olduğumuz halimiz. O halde dışardan hiçbir şeye ihtiyaç duymuyoruz iyi hissetmek için, zaten hep iyiyiz.

Delhi-Jaisalmer tren yolculuğu 18 saat sürdü. Tekrar burda olmak garip bir duygu. Bir yandan hiç gitmemişim gibi, sanki hep buradaymışım onca zaman. Öte yandan çarşıya adımımı atar atmaz kendimi sadece Jaisalmer’e değil Hindistan’a adımımı ilk kez atmış gibi hissettim. Çarşıda inanılmaz bir hareketlilik, dükkanlarda asılı rengarenk kıyafetler, sokaklardaki inekler, kulakları küpeli Rajastan erkekleri, sarileri ve takılarıyla ışıl ışıl parlayan Rajastan kadınları, sokaklardaki rengarenk sebzeler, meyveler…

Jaisalmer Pakistan sınırına 50 km uzaklıkta. 5 ay sonra ilk kez burda ezan sesi duydum. Halk Hindu ve Müslümanlardan oluşuyor. Sabahları Hinduların mantraları ezan seslerine karışıyor. Şehir mimari olarak Mardin’e inanılmaz benziyor. Tepedeki kaleyle güzel bir gölden den başka gezecek fazla bir yer yok burda. Çöle yakın olduğu için safari turları yapılıyor. Belli bir süre jiple gittikten sonra develere binip çöle geçiyorsun. İster doğrudan çölde yıldızların altında, istersen biraz daha lüks olan çadırlarda kalabiliyorsun. Kaldığım otelin sloganı “Zamansızlığı deneyimleyin.” Şehrin ruhuna oldukça uyuyor.

Burada work away diye tabir edilen, günde belirli süre çalışma karşılığı ücretsiz olarak kalıyorum. Aynı zamanda talep eden müşterilere yoga dersi vereceğim. Para sorunu çözülene kadar bir süre ekmek elden su gölden yaşama niyetindeyim bakalım…

12 Aralık 2016

Rishikesh’te Yoga - Surinder Singh

Kurs bitti ancak Rishikesh’ten ayrılmadım henüz. Rishikesh’in tanıtımı dünyanın yoga başkenti olarak yapılıyor ancak biri Rishikesh için aşırı yoga pornosu yazmış çok güldüm okuyunca. İkinci tanıma büyük oranda katıldığımı söylemeden edemeyeceğim. Sebebini birazdan anlayacaksınız.

Burası küçük bir kasaba ancak bu küçücük yerde en az 200 yoga okulu olduğu söyleniyor. Adımınızı attığınız her yerde yoga dersi bulmanız mümkün. Sokaklar, kafeler yoga, meditasyon, ayurveda, masaj ilanından geçilmiyor. Bu kadar bolluğa rağmen ciddi, gerçekten yoga yapılan yer, iyi öğretmen bulmak zor. Okul deyince aklınıza büyük yerler gelmesin, hemen her misafirhanenin, otelin terasında yoga dersi verilen küçük odaları var. Dünyayı gezen bir arkadaşımın dediği gibi Hindistan’da yoga Türkiye’deki dürüm gibi aramana gerek yok hiç, her yerde karşına çıkıyor.

Hal böyle olunca nereye gideceğine karar vermek oldukça zor. Neyse ki ben biraz haberdardım durumdan gelmeden önce o yüzden şok olmadı. Uzun ofis saatlerinde yapmıştım araştırmamı. İlk o zaman karşıma çıkmıştı Surinder Singh ismi bir blogta, çok iyi bir öğretmen olduğundan bahsediliyordu.

Hindistan’a bu gelişimde Delhi’den otobüsle geldim Rishikesh’e. Yanımda oturan İngiliz bayanla yoga eğitmenlik kursunu yapacak okulu seçmenin zorluğundan konuşuyorduk. Kendisinin çok şanslı olduğunu, kursunu Mart ayında Surinder Singh’le tamamladığını söyledi. İnternet sitesi çalışmıyor, e-postalara yanıt vermiyor, genelde Çinli gruplarla çalışıyor ama ben bir şekilde başardım kursuna katılmayı dedi. Ondan her bahsedişinde gözlerinde bir ışıltı parıldıyordu. Gerçekten iyi bir öğretmen olmalı diye düşündüm ancak kursu bir an önce almak istediğimden Surinder Singh’i denemedim bile, en az 6 ay önceden rezervasyon yapmak gerekiyormuş.

Biri Hintli diğeri Kanadalı iki arkadaşım Rishikul Yogshala’yı tavsiye edince oraya gitmeye karar verdim. Okulum söylenene göre Rishikesh’teki ilk üç okuldan biriymiş. Öğretmenler oldukça gençti. Okulla ilgili memnun olmadığım şeyler oldu ancak Hindistan’a ilk gelişim olmadığı için bunları tolere etmeyi başarabildim. Hindistan çok iyi bir öğretmen; beklentiye girmemeyi, olanı kabul etmeyi beklemeyi öğretiyor insana. Tevekkülün anlamını hazmetmek için daha iyi bir yer olamaz.

Kurs bitince yoga derslerine devam etmeyi planlamıştım zaten. Bu sebeple Surinder Singh dersine gidecektim mutlaka. İngiliz bayan yerini bulamanın kolay olmadığını söyleyip yolun önce krokisini çizmiş sonra da fotoğraflı bir açıklamanın olduğu bir blog adresi vermişti Allah’tan.  “Kendisi çok iyi bir öğretmen olduğundan dersleri çok kalabalık olur, bu sebeple 1 saat önceden gidersen iyi olur.” diye de tembihlemişti. İlk başta krokiyle aradım buladım. Blogu burda paylaşıyorum ki gitmek isteyen kolaylıkla bulabilsin.

Fotoğrafları hafızama kazıyıp sabah 7.30 da çıktım yola. 15 dakikalık yürüyüşün ardından kolaylıkla buldum yerini. Ders terasta veriliyormuş, başladım merdivenleri tırmanmaya. Daha yarıya gelmemiştim ki baktım üst kat merdivenleri insanlarla dolmuş bile. Dersin başlamasına daha 1 saat var. Çöktüm merdivenlere bende, açtım günlüğümü yazmaya başladım. 45 dakika sonra içerdeki yoga eğitmenlik kursu öğrencileri dışarı çıkmaya başladı, biz merdivendekiler onların yerini aldık.

Fazla geniş olmayan salon beş dakika içinde ben diyeyim 35 siz deyin 40 kişiyle doluverdi. Herkes dip dibe, kolunu uzatacak kadar bile mesafe yok.  Bu kadar kalabalığa rağmen içerde çıt yok. Öğretmen olmamasına rağmen böyle bir disiplin beni inanılmaz heyecanlandırdı. İyi bir yoga dersi yapacağımdan kesinlikle emindim artık.

Surinder tam vaktinde geldi. (Hindistan’a pek alışık olmadığımız bir özellik!). Açılış mantrasını söyledik beraber, bizi selamladı, ders başladı. Surinder’ın dersini tek kelimeyle anlat deseler “Hiza” derim. Hizaya gerçekten çok önem veriyor. Sınıfın bu kadar kalabalık olmasına rağmen herkesle tek tek ilgileniyor, gerek sözlü gerek dokunarak düzeltmeler yapıyor. Beni ne sözlü, ne dokunarak, sadece bir kaş hareketiyle düzeltti ki hayran kaldım! Konuşmasa bile mimiklerinden nereyi düzeltmeniz gerektiğini anlıyorsunuz hemen. Sözlü düzeltme yaptığı zamanlar o kadar sessiz konuşuyor ki nerdeyse yanınızdaki kişi bile duymuyor; başkasının haberdar olmadığı, sadece size özel, şefkat dolu düzeltmeler. Gerekli düzeltmeyi yaptıktan sonra hafifçe sırtınıza dokunuyor aferin dercesine, cesaretlendirici şekilde.

Asanayı ne şekilde yapman gerektiğini detaylı şekilde açıklıyor. Açıklamalar sadece fiziksel bedenle ilgili değil, hareketin spritüal boyutunu da anlatıyor. Arada sırada birini seçip onun üzerinde gösteriyor daha iyi anlamanız için. Arada verdiği küçük bilgiler inanılmaz hoşuma gitti benim. Savasana da bazı olumlamalar söylüyor. Öyle bir relaaaaaaaaaaaaax deyişi var ki, sesindeki titreşimden dolayı inanılmaz rahatlıyorsun. Savasana bitip oturduğunda konuşmaya başlıyor. Neden yoga yapıyoruz, meditasyon nedir, çakralar, bilimsel hayat ve spritüal hayat arasındaki denge gibi pek çok konudan bahsediyor ki yoganın sadece bedensel bir hareketten ibaret olmadığını çok iyi kavrıyorsun. Benim dersinin en çok hoşuma giden yanı bu.

Ders ücreti şu an 200 rupi ve para toplayan kimse yok, ders bitiminde kenardaki kâsenin içine koyup çıkıyorsunuz. Aynı eğitmenlik kursuna gittiğim arkadaşım ders bitimi Surinder’e gidip “Eğitmenlik kursunu sizden almak hayalimdi ancak yer bulamadığımdan başka kursa gitmek zorunda kaldım, şu an çok pişmanım.” deyince üzülme dedi, kursu nerde yaptığın önemli değil. Kursu sizinle tekrar yapmak istiyorum deyince ne gerek var o kadar parayı tekrar ödemeye, sen kurs haricindeki derslerime gel, sormak istediklerin olursa ben yine cevaplarım dedi. Günde sadece bir ders mi veriyorsunuz, tüm derslerinize gelmek istiyorum dedi arkadaşım. Eğitmenlik kursu bitince akşam da ders vereceğim ama bana kalırsa benden günde iki ders alma, sadece bir dersime gel, diğer ders saatini kendi pratiğin için harca ki öğrendiklerini anlayabil dedi ve gönlümü kazandı.

Bugüne kadar pek çok yoga dersine katıldım. Bir yanda mesleği yoga öğretmenliği olanlar var; bu kişiler yoga hareketlerini yapabiliyor ve bu hareketleri öğreterek bundan para kazanıyorlar. Bu tarz öğretmenlerle yoga sadece bedeni çalıştırmak için yapılıyor, spor salonundan farksız yani. Diğer yanda yogayı hayatının parçası haline getirmiş insanlar var, bu insanlar yogayı yaşıyor. Buna ek olarak öğretmenlik yapıyorlar ve para kazanıyorlar. İşte bu ikinci gruptakilerin yüzüne baktığınızda bunu hemen hissedebiliyorsunuz. Bu yüzlerde bir aydınlık, hafif bir tebessüm oluyor her daim ve hiçbir şey yapmadıklarında bile sadece yanlarında bulunmaktan dolayı huzur doluyorsunuz. Surinder Singh’in dersine her gittiğimde şefkatle dolup taştığımı hissediyorum.

Uzun lafın kısası derslerini canı gönülden tavsiye ediyorum. Her yerde bulamayacağınız harika bir öğretmen kendisi. Aynı zamanda Hulusi Kentmen gibi adam, kucağına atlayıp sarılmamak için kendinizi zor tutacaksınız…






6 Aralık 2016

Kursun Ardından

Gideceğim, gidiyorum, yoruldum, hastalandım derken kurs bitti bile. 1 ay nasıl geçti anlamadım. Fiziksel, zihinsel, duygusal olarak öyle yoğundu ki her şey, üzerimden kamyon geçmiş gibi hissediyorum. Boşluk duygusu var birde. Yapacağın, yiyeceğin hatta içeceğin her şey planlıyken her şeyi planlamak zorunda olduğun normal dünya düzenine geçince insan bir garip hissediyor kendini.

1 ay boyunca sabah 5.30 da kalkıp akşam 19.00 a kadar ders gördük. Derslerin hepsi yerde oturarak yapıldığından ilk hafta bel ağrısıyla geçti. Günde en az 3 saat bazen daha fazla bedensel çalışma, 1 saat meditasyon, 1 saat pranayama, felsefe, anatomi derken bilgiyle dolduk ta dolduk. Akşamları bırakın ders çalışmayı, yemeği yedikten sonra kendimi yatağa atmaktan başka bir şey düşünmedim uzun süre. Bazı geceler 20.30 da yattım.

1 ay boyunca et, yumurta, peynir yemedim, kahve içmedim. Et sorun değil de; kahve içmeden ve peynir yemeden duramayacağımı zannederken garip şekilde aklıma bile gelmedi hiç biri. Sebzenin bu kadar lezzetli olabileceğini düşünmezdim. Yemeklerde az baharat vardı, acı hiç yoktu. Haşlanmış-çiğ sebze, bolca meyve, bitki çayıyla sürdürdük beslenmemizi. Arada sırada tatlı çıktı, harika helvalar yedim. Yemekler öyle lezzetliydi ki; kilo vereceğimi düşünürken almış bile olabilirim.

Kapanış seremonisinin yapılacağı gün salona girmeden içimi bir hüzün kapladı. Birbirimizden ayrılacağımızdan mı yoksa bu kadar süre hayal etmiş olduğum bir şeyin sonunda gerçekleşmiş olmasının yarattığı boşluktan mı bilmiyorum. Seremonide herkese 1 ay sonunda burda olmakla ilgili ne hissettiklerini sordular tek tek. Herkes öyle açtı ki kalbini nerdeyse tüm tören boyunca gözyaşlarımı tutamadım. İnanılmaz ilham aldım bu güzel insanların hikâyelerinden.

Sonra herkes birer birer ayrılmaya başladı. Geride kalan olmak kolay değil, içim acıdı da acıdı. Birkaç kişi ayrılırken bana sarılıp öyle şeyler söyledi ki yine gözyaşlarımı tutamadım. Kalbim söylenenlerin güzelliğinden eridi sanki. Bu kurs bana verilen bilgilerin dışında öyle şeyler öğretti ki insan ilişkileri hakkında, paha biçilmez.

Kurstan ben dahil 5 kişi yeni bir yere taşındık. Hepimiz aynı duyguları paylaşıyoruz; başımızdan geçen bu deneyimin ne olduğunu anlamlandırmaya çalışırken yeni dünyaya alışmaya çalışıyoruz. Herkes iç muhasebesini yapmakla meşgul şimdi.

Öğrenme hiç bitmeyen bir şey, son nefesi teslim edene kadar öğreneceğiz hepimiz. Yoga benim hayatımda inanılmaz bir değişime vesile oldu. Öğrendiklerimi paylaşarak sadece bir kişinin hayatında bile küçücük bir fark yaratabilirsem dünyanın en mutlu insanı olacağımdan kuşkum yok.

OM shanti