29 Mart 2020

Corona Günlükleri 5 – Pazar



Balkondan bildiriyorum.

Bu sabah güneş gökyüzünü muhteşem renklere boyayarak doğdu. Çiçek açmış kayısı ağacı yeşermeye başladı. Antalya'nın en sevdiğim zamanları başlıyor. Burada tüm caddeler turunç ağaçları ile doludur. Şehre yeni gelenler bunları portakal zannederek pek bir heyecanlanır, toplamaya çalışırlar hemen. Turuncun acı tadını alınca da hayalleri yıkılır. Her yıl Nisan'a doğru bu ağaçlar çiçek açmaya başlar ve şehri dayanılmaz bir koku sarar, tatlı ve baygın. Sokaklarda yürürken şehrin orta yerinde olmama rağmen sanki doğa beni kucaklıyormuş hissine kapılırım bu koku sayesinde. Bu yıl sokaklarda özgürce yürüyemiyoruz ama napalım, başka bahara artık. (Varsa şayet yaşanacak bir baharımız daha).

İşte bu sabah, apartmanın bahçesindeki turunç ağacından gelen koku beni kendimden geçirince yaşasın dedim, bahar geldi. Tüm mevsimleri seviyorum ama ilkbaharın yeri başka. Doğadaki uyanış beni büyülüyor. Tüm kış toprak altında uyuyan tohumlar, filizlenmeye, yeşermeye başlıyor. Cansız gibi duran bir formdan capcanlı bir şey meydana çıkıyor. Bu bana içimizdeki potansiyeli hatırlatıyor her seferinde.

Kuş dilini çözmek üzereyim. Psikologlar demiş ya; bu dönemde hayvanlarla konuşmanız normal, onlar sizinle konuşmaya başlarsa sorun diye, kuşlar benimle konuşur mu bilmem ama ben onları anlamaya başlıyormuş gibi hissediyorum. Zaten anlaşmak için ille de konuşmaya gerek olmadığını düşünüyorum.

Terk edilmiş apartmanın yanındaki apartmanın 3.katında bembeyaz bir kedi vardı bu sabah pencereden dışarıya bakan. Hali pek bir hüzünlü göründü gözüme; sanki dışarı çıkmak istiyormuş da çıkamıyormuş gibi.  Onun bir ev kedisi olduğunu hatırladım sonra, dışarı çıkmıyordu ki hiç! (Kendi duygularımızı nasıl da dışarı yansıtıyoruz hemen.) Zaten  bir süre sonra perdeyle oynamaya başlayıp çıldırdı, hüzünlü olduğunu düşündüğüm halinden eser kalmadı.

Sanırım iki yıl kadar önce annemin evinden bir kaç sardunya ve cinsini bilmediğim bir kaç çiçek getirip ekmiştim balkonda duran saksılara. Sardunyalardan biri eker ekmez açmıştı, bugüne kadar bir sürü çiçek verdi. Bu ana kadar hiç açmayan bir tanesinin tomurcuklandığı fark ettim bu sabah ve çok sevindim, ne renk çıkacağını çok merak ediyorum. Uzun süredir kurtarmaya çalıştığım bir tanesi ise ölmek üzere.

Balkonun aynı yerinde duran ve eşit güneş alan, eşit şekilde suladığım bu üç çiçeğin farklı gelişmesinin sebebi neydi? Çiçeklerin iradeleri var mıydı acaba ya da hisleri? Onca yoldan gelip yeni yuvalarına yerleştiklerinde biri “ Yaşasın, yeni bir şehir, üstelik geldiğim yerden çok daha güneşli” deyip rengarenk açmaya mı karar vermişti? Diğeri geldiği yeri yadırgayıp “Dur bakalım, açmaya değecek mi?” diyerek kendini korumaya mı almıştı? Ve sonuncusu kendini ait hissetmediği bu yerde, memleket hasretiyle çürümeye mi bırakmıştı bedenini?

Dünyada (dışarda) çok fazla şey oluyor, içimde çok fazla şey oluyor. Bir kaç gündür okuduğum ya da duyduğum bir cümlede, izlediğim bir şeyde başlayan kahkahalarım ağlamaya dönüşüyor. Ya da tam tersi , ağlarken gülmeye başlıyorum. Gün içinde farklı farklı haller, duygular beni ziyaret ediyor. Bu gülme ve ağlamaların içimde sıkışmış duyguların dışa vurumu olduğunu bildiğimden endişelenmiyorum, aksine seviniyorum. İçimizde sıkışmış her şeyin bizi zehirlediğini bildiğimden onlara dışarı çıkmaları için yollar veriyorum. Bedenimdeki sıkışıklık için yoga asana yapıyorum, kalbimdeki sıkışıklık için mantra söylüyorum. Bu ara sürekli Maha Mantra ve Gayatri Mantra söylüyorum, çok ama çok işe yarıyor.

İnsan olmak, böyle bir kırılganlıkla yaşamak nasıl da zor. Kendimizle savaşımız bitmiyor. İçimizdeki savaş bitmedikçe dışardaki savaş da bitmiyor. Kendimize ettiğimiz zulmü  fark etmedikçe doğaya, başka insanlara zulmediyoruz. İçimizdeki acıyı görmekten kaçtıkça duyu tatminine veriyoruz kendimizi; yiyoruz, içiyoruz, seks yapıyoruz, film izliyoruz, alış veriş yapıyoruz. Bunları yapınca  biraz iyi hissetsekte günün sonunda fark ediyoruz ki olmuyor, içimizdeki o boşluk bir türlü dolmuyor.

Kendimize söylediğimiz yalanların sonu gelmiyor. En büyük yalanlardan biri sevgiyi hak etmemiz gerektiği. Sevgiyi hak etmek için deliler gibi uğraşıyoruz; okuyoruz, öğreniyoruz, başarılı, faydalı, üretken olmaya çalışıyoruz, sevilmek için sınırlarımızdan, özgürlüğümüzden vazgeçiyoruz, olmadığımız biri gibi davranıyoruz, yeter ki herkes bizi sevsin. Ama olmuyor, kimse kendini sevemediğinden başkasını sevemiyor. Kendimizi kabul edemediğimizden kimseleri kabul edemiyoruz. Ben evde oturuyorum, sen niye dışarı çıkıyorsun diye bağırıyoruz avaz avaz. Öyle yapma böyle yap diyoruz çünkü en doğrusunu biz biliyoruz.

Halbuki seviliyoruz hiç bir şey yapmadan da, sadece var olduğumuz için. Yaratan sevgiyse aksi nasıl mümkün olabilir ki? Yaratan her şeyiyle bütün ve eksiksizse biz nasıl farklı olabiliriz?

Ev  -şu an  içinde çokça sıkışmış  hissettiğimiz- dört duvardan oluşan bir yer değil. Ev, içinde bulunduğumuz bu beden değil. (Şu an öyle gibi görünebilir ama bu kısa bir süreliğine böyle.)
Ev gözünü kapadığında gittiğin, bağlantıda, BİR hissettiğin o yer, her daim huzurlu, sonsuz mutluluk içinde. Sat Chit Ananda

Şu anda ev bizi çağırıyor...

27 Mart 2020

Corona Günlükleri 4 – Kriz

Dün bir sürü arkadaşımla konuştum.

Corona hadisesi arkadaşlarımdan birini Mısır Seyahati sırasında bulmuş. Türkiye’ye zorlukla dönebilmiş ve Sivas'taki bir yurtta 14 günlük karantinaya alınmış. Yurtta binlerce kişiymişler. Test hala yapılmadığı için pozitif olup olmadığını bilmiyor.

Yıllardır Tayland’ta yaşayan ve turizm sektöründe çalışan bir arkadaşım bölümünde çalışan herkesi eve göndermek zorunda kalmış. (Ücretsiz izin) Kendisi evden çalışıyor ve iptal olan rezervasyonlarla ilgili otellerle görüşüyormuş tüm gün.

Dubai’de turizm sektöründe çalışan başka bir arkadaşım da evdeymiş. Böyle giderse bizim burdaki bölümü kapatırlar, 2 aya Türkiye’ye dönmüş olurum dedi.

Seyahat etmeyi  ve konuşmayı çok seven Hintli bir arkadaşım Hindistan’da sokağa çıkma yasağı ilan edilince depresyona girmiş. İzole olmak zorladığı için kendini alkole vermiş.

Hindistan’da seyahat eden Kanadalı bir arkadaşım sokağa çıkma yasağı öncesi  son dakika zorlukla bir yer bulabilmiş kendine. (Mekan sahipleri yabancıları kabul etmek istemiyormuş.)

Hindistan’da ashramda kalan Macar bir arkadaşım toplu dua etmenin yasaklandığını söyledi. Maksimum 5 kişilik gruplar halinde (Sadece ashramda kalanlar, dışardan kimse kabul edilmiyor.) aralarındaki mesafeyi  koruyarak dua ediyorlarmış.

Kelimenin tam anlamıyla DURMAKSIZIN çalışan  bir arkadaşım evde durma denemeleri yapıyor.  Artık çok daha sık iletişimdeyiz birbirimizle.

Hangi milletten olursak olalım ve dünyanın neresinde bulunursak bulunalım bir deneyimden geçiyoruz şu anda. Her birimizin deneyimi bilinç seviyemize ve yaşam tarzımıza göre ufak tefek farklılıklar gösterse de oldukça ortak bir yanı var bu deneyimin; hiç birimiz BİLMİYORUZ.  Bir şeyler oluyor; izliyoruz, okuyoruz ama o şeyin neden olduğunu bilmiyoruz. Bilmediğimiz bu şeyin önümüzde nasıl bir yol açacağını da bilmiyoruz. Tam bir “Bildiğim tek şey hiç bir şey bilmediğim.” durumu içerisindeyiz.

Bunları düşünürken neden bilmem, yıllar önce yaşadığım  bir kriz geldi hatırıma. İşimi bırakma kararımın ardından Amerika’ya gitmiştim. Düşününce; aslında kriz yola çıkmamla başlamıştı sanırım.  15 Temmuz 2016 da uçağımın kalkmasından 2 saat sonra Türkiye’de darbe olmuştu. Gelişimin görkemli olması gibi Yeni Dünya’dan ayrılışım da muhteşem olmuştu. Önce kredi kartıyla ilgili bir sorun yüzünden uçağa kabul edilmemiş, uçak gözlerimin önünde kalkıp gitmişti. O gece Dallas’ta mahsur kalmış,  ertesi gün parası ödenmiş olmasına rağmen yeni bir bilet daha almak zorunda kalmıştım uçağa binmek için. Uçakta biri kalp krizi geçirince Oslo’ya iniş yapmak zorunda kaldığımızdan Doha’daki aktarmamı kaçırmıştım. Hava alanında geçen saatler sonunda  tam yeni bir uçağa binmek üzereyken dönüş biletim olmadığı için beni uçağa alamayacaklarını söylemişlerdi. Amerika bana gitme mi diyordu, Hindistan gelme mi diyordu bilmiyorum :D Kabus gibi geçen 2 günden sonra  güç bela ulaştığım Hindistan’da Rishikesh’e otobüs bulamadığım için Delhi’de mahsur kalmıştım bu sefer .

Konu çok uzadı, bahsedeceğim kriz bu değildi.  Rishikesh’e ulaştıktan sonra yoga eğitmenlik  kursuna başlamıştım. Aylarca Amerika’da kaldıktan sonra Hindistan’a , eğitimdeki  müthiş yoğun programa alışmaya çalışırken bir sabah uyandık ki  ne öğrenelim,  Hindistan hükümeti 500 ve 1000 rupilik banknotları tedavülden kaldırmış! Kurs ücretimi ödemek için yüklü miktarda para çekmiş olduğumdan elimde 500 ve 1000 lik banknotlardan oluşan binlerce rupi vardı. Banknotların belirli miktarda olmak üzere bankalardan değiştirileceği söylendi. Herkes bankalara koştu doğal olarak. Ucu bucağı görünmeyen kuyruklarda saatlerce bekleyip sıra geldiğinde öğrendik ki; tek seferde 2000 rupi değiştirilebiliyor  ve bir bankada birden fazla kere değiştirme yapılmıyor. Rishikesh banka sayısı belirli küçük bir kasaba. Halk sabah erkenden bankaya koşup sıraya giriyor.  Biz dersten çıkıp kuyruğa giriyoruz, iki saat bekliyoruz, bize sıra gelene kadar bankada para çoktan bitmiş oluyor. Bankamatiklerde de 2000 rupi sınırı var ve para konulur konulmaz bittiğinden yeni para  çekilemiyor. Bakkallar, alışveriş yaptığımız yerler eski para kabul etmiyor. (O döneme ait detayları "Burası Hindistan" yazımdan okuyabilirsiniz.)

Kriz anları verdiğimiz kararlar gerçekten önemli. Aldığım eğitime konaklama ve yemek dahil olduğundan ben nispeten şanslıydım. Okulla konuşarak ödemeyi belli bir komisyon karşılığı kredi kartımdan yaptım önce. Böylece elimde o an kullanamayacak olsam da bir miktar para kaldı. Yavaş yavaş değiştiririm diye düşündüm. Ben ancak bir ya da iki kere değişim yapabilmiştim ki Hindistan Hükümeti bundan böyle sadece Hindistan vatandaşlarının paralarının değiştirileceğini açıkladı. Paralar elimde kalmıştı! Ne yapacağımı bilemiyordum ama panik yapmamaya çalışıyordum.(En azından başımın üstünde bir çatı vardı ve karnım doyuyordu, değil mi?) Tek çözüm parayı Hintli birine vermek gibi görünüyordu. Öğretmenimle konuştum. Böyle bir durumda vaktini ve enerjisini böyle bir şeye harcamak isteyip istemeyeceğinden emin değildim. Neyse ki Hintliler gerçekten çok yardımsever bir millet, kabul etti. Paranın hepsini ona verdim. O da gün be gün, azar azar değiştirip bana verdi.

Sorun çözülür gibi olmuştu ama eğitimin de sonuna gelmiştik. Artık konaklama ve yemek için de paraya ihtiyacım vardı. Elimdeki para 2 hafta idare edecek kadar var yoktu. Ülkedeki para sıkıntısı devam ediyordu, küçücük kasabada para bulunan bankamatik bulmak çok zordu. Başka bir yere mi gitsem, orda kalmaya devam mı etsem karar veremiyordum bir türlü. O sırada  bir  önceki yıl Hindistan seyahatimde konakladığım otelin sahibi "Serap, ülkede para sıkıntısı  var ve devam edecek gibi görünüyor. Artık sertifikanı aldın, buraya gel ve yoga dersi ver, kalacak yer ve yemek için para vermene gerek yok." dedi. Nasıl rahatladım anlatamam. Böylece ülkenin kuzeyinden en batısına gittim ve orda geçirdiğim 40 günün sonunda para sıkıntısı nispeten azalınca seyahatime devam ettim.

Tüm bunlar neden şimdi aklıma geldi bilmiyorum, belki içinde bulunduğumuz ne yapacağını bilememe hali bir çağrışım yarattı.

4 yıl önce yaptığım o yolculuk bana çok ama çok şey öğretti. (O yolculuğa çıkma kararını almak başlı başına ayrı bir konu.) Bu çokluktan birini seç derseniz hiç düşünmeden "Hayata güvenmek ve onunla beraber akmak." derim. Kişisel gelişim  öğretilerinde pek klişe duran bu tanımın anlamını o yolculukta deneyimledim ben. O yolculuğa bakıp gözümü bu ana çevirdiğimde aklıma gelenler;

- O yolculuk gibi hayat ta bir yolculuk ve bu yolcuğun bir sonu var.

- Her türlü sıkıntı gelişim için müthiş bir fırsat. İnsan rahatken kendini geliştirme ihtiyacı duymuyor. Kısıtlı imkanlar, zor durumlar insanın yaratıcılığını güçlendiriyor.

-Kriz anlarında uzun vadeli plan yapmak anlamsız. Koşullar durmaksızın değişiyor. Gelecek belirsizken bugünden başka bir zaman yok. Aceleye gerek yok, tek seferde tek adım. Öncelik günü kurtarmak.

- Hayata güvenmenin hediyesi çok ama çok büyük. Bunu defalarca deneyimledim. Ne zaman endişeye kapılsam, korksam ve o duygularla karar alsam işler hep daha kötüye gitti.  Ne zaman o duyguları biraz aralayıp, sakin bir yerde durup, hayırlısı neyse o olsun desem yaşam aktı. Yardım değişik vesilelerle bana ulaştı.

-Hayat bizden çok büyük. (Ben burda hayat hayat diye bahsediyorum, siz içinizde o çağrışımı yapan, size daha uygun olan bir kelimeyle değiştirebilirsiniz bunu.) Benim hayattan bekleyebileceklerim ve isteyebileceklerim çok sınırlı. Bunu o yolculukta, daha önce hissetmediğim coşkunlukta ve taşkınlıkta duyguları hissedince anladım. Bizim isteklerimiz hep geçmiş yaşantımız doğrultusunda sınırlı, halbuki hayatta sonsuz seçenekler, sonsuz var olma biçimleri mümkün.

-Evren kesinlikle dost canlısı bir yer. (Biz öyle hissetmediğimiz zamanlarda bile öyle.)

-Hayat her zaman bizim yanımızda. Onun müthiş bir kurgusu ve dengesi var. Olan her şeyin ardında müthiş bir zeka ve bizim hesaplayamayacağımız bir matematik var.

-Her şey ama istisnasız her şey geçiyor.

Bu yazdıklarımın dışarda neler oluyor, kadın ne anlatıyor gibi algılanmasını istemem. Biliyorum; insanlar hastalanıyor, ölüyor, yakınlarını kaybediyor . Farkındayım, insanlar  (Ben dahil, tuzum kuru bir yerden yazdığım düşünülmesin.) işlerinden oluyor. Sadece diyorum ki; bildiklerimiz bilmediklerimizin yanında hiç bir şey. Hayatımızın altı mı iyi üstü mü iyi bilmiyoruz.

Ancak hücrelerime kadar biliyorum ki; zaman yıllardır öğrendiğimiz metotları, teknikleri uygulama zamanı. Yogayı instagramda like almak için öğrenmedik, şimdi yogayı, meditasyonu, pratiği kullanma zamanı.

Korku senaryoları üretip yaymanın kimseye faydası yok, zaman enerjimizi, titreşimimizi yükseltme zamanı. Önümüzde nerden baksak 6 aylık bir süreç var, zaman bu süreci değerlendirme zamanı. O zaman hadi, hep birlikte...

24 Mart 2020

Corona Günlükleri 3


Yeni ayınız kutlu olsun.

Bugün Koç’ta yeni ay. Astrolojik yeni yılın başlangıcı aynı zamanda. Doğa uyanışta.
Balkondan bildiriyorum. Antalya’da müthiş, ışıl ışıl bir gün, hava ılık.  10 gündür evdeyim.  Bu süreç içinde bir kaç kez yiyecek alışverişi için dışarı çıktım, 4 gündür ise evden dışarıya adımımı atmadım. İlk zamanlar her gün batımı yaptığım 1,5 saatlik yürüyüşleri özlesem de kısa sürede alıştım. İnsan evladının müthiş bir uyumlanma kapasitesi var; yeni koşullara hızlı bir şekilde alışıyor.

Balkondan katılıyorum hayata. Bahçede- karşımdaki terk edilmiş binanın önündeki - kayısı ağacı çiçek açtı, yanındaki dut ağacı ise yeşerdi.  Güvercinlerle kanka olduk.  Balkona yiyecek bir şeyler koyuyorum zaman zaman onlar için, koymadığım zaman uyarmaya başladılar artık. Önceden ben balkona çıktığım an uçarlarken benimle kalmaya başladılar. Geldikleri an hoş geldiniz, ne var ne yok diye konuşuyorum, onlar da ötüyor. Geçen gün bir metreden az bir mesafede yan yana oturduk. Her gün aynı güvercinler mi geliyor, yoksa değişiyor mu çok merak ediyorum.

Sabah uyanır uyanmaz nefes çalışması yapıyorum, ardından japa meditasyonu  ve en son asana pratiği. Bunların süreleri nasıl hissettiğime göre değişiyor ama genelde toplamda 1-1,5 saat kadar sürüyor. Matımı odada serili tutuyorum ve vücudumun esnemek istediği her an üzerine geçip bir şeyler yapıyorum.

Tüm bunları yaptıktan sonra  üzerime çöken huzur halini bozmamak için sevdiğim mantraları dinleyerek hazırlıyorum kahvaltımı. Hava güzelse balkonda yiyorum. Kahvemi içerken geceden kapattığım telefonumu açıyorum. Ben yıllardır televizyon izlemiyor, haber  okumuyorum. Corona gündemimiz olduğundan beri günde bir kez vaka sayısı kaç olmuş bakıyorum sadece.

Bunların çoğu gündem değişmeden önce  yaptığım şeyler olsalar da  gerek instagramda geçirdiğim sürenin artması gerekse  arkadaşlarımı ve ailemi daha sık arama isteği duymam böyle bir zamanda bağ kurma, iletişimde olma ihtiyacımın arttığını gösteriyor.

Düzenli biri olmama rağmen temizlik hastası olmadım hiç ve kapı kollarını çamaşır suyuyla silme aşamasında değilim. Kendimce makul ölçülerde ellerimi yıkıyorum. Kolonya baş ucumda duruyor. Alışverişten döndükten sonra bir kaç kez nereye dokundum, oraları yıkayayım, sileyim diye aklımdan geçse de takibinin imkansızlığını fark edince vazgeçtim. Yine de dışarı çıktığımda giydiğim tüm kıyafetleri  eve girer girmez çıkarıp yıkadım ve kendim de yıkandım. “Dışarda bir virüs var ve dokunursak öleceğiz!” paranoyasının virüsün kendisinden çok ama çok daha tehlikeli olduğunu o zaman çok net bir şekilde fark ettim. Bunda böyle bir zamanda izlenmemesi gereken bir film olan “Salgın” filmini izlememin de etkisi var sanırım. Filmde günde binlerce kez  yüzümüze dokunduğumuzu duyduktan sonra yüzüme dokunduğum her anı fark etmeye başlayınca çıldıracak gibi oldum :D

Dün nihayet giysi dolabına el attım kışlık yazlık değişimi için. Kullanmadığım şeyleri ayırdım. Bunu düzenli olarak yaptığım için artık çok az eşya çıkıyor düzenlemelerde, buna seviniyorum. Gerçekten çok fazla şeye ihtiyacımız yok bu hayatta.

Bu hadise meydana gelmeden önce Vedik öğreti ve mantralarla ilgili bir uzaktan eğitim imkanı sunulmuştu bana (Çok şanslıyım gerçekten). Bu eğitim kapsamında bana verilen ödevleri yapmaya başladım. İlk mantra sevdiğim ve söylediğim bir mantra çıktı. Ah, böyle zamanlarda her şey öyle güzel oturuyor ki yerine; ilahi sözler duymak kadar insanın kalbini açan bir şey yok.

Bu dönem rüyalarımda müthiş bir hareketlilik var ve mesaj içerikli rüyalar artmaya başladı. Rüyalarımı yazıyorum.  Onları yıllar sonra okuduğumda o dönemin tablosunu öyle not koyuyorlar ki ortaya. Bilinçaltınızda neler olduğunu merak ediyorsanız rüyalarınızı düzenli yazın.

Yazma isteğim arttı bu dönemde. Gerek buraya gerekse günlüğüme daha fazla yazar oldum ve bu beni çok mutlu ediyor. 

Japa pratiğimi günde ikiye çıkardım. Artık sadece sabahları değil akşamları da japa yapıyorum. Hatha yoga pratiğimde günde iki oluyor bazen.  Dört başı mamur, baştan sona planlı pratiklerden ziyade bedenimin ihtiyacına göre hızı ve süresi değişen pratikler bunlar.

Bu bir “Ben bunları yapıyorum, siz de yapın!” yazısı değil. Bunları yapmak bana iyi geliyor o yüzden yapıyorum.

Evde kalıyorsan tamam, herhangi bir nedenle dışarı çıkıyorsan tamam.

Korku, endişe, panik içindeysen tamam, sakin ve merkezinde hissediyorsan tamam.

Günde bin beş yüz tane canlı yayına katılıyorsan tamam, hiç bir şey yapmadan yayıyorsan tamam.

Kendini yiyeceğe boğduysan tamam, yediklerine dikkat ediyorsan tamam.

Evde her yeri bin beş yüz kere yıkadıysan tamam, evin darmadağınsa tamam.

Evde çocuğunla, ailenle vakit geçirmekten bunalmış, kendi alanını özlüyorsan tamam, onlarla vakit geçirmekten keyif alıyorsan tamam.

Virüsün insanlığı yok etmek için üretildiğine inanıyorsan tamam, bunun doğal olduğunu düşünüyorsan tamam.

Üzülüyorsan, ağlıyorsan, korkuyorsan tamam, kahkahalarla gülüyorsan tamam.

İsyan ediyorsan tamam, kabul ediyorsan tamam.

Dünyanın sonunun geldiğine inanıyorsan tamam, çok daha güzel günler yaşayacağımıza inanıyorsan tamam.

Her şey, hepsi tamam. Hepimiz değişik şekillerde baş ediyoruz stresle. Ne yaptığının önemi yok. Kendini hissetmediğin şekilde hissetmeye zorlama. Kimseye bir şey kanıtlamak zorunda değilsin.Elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışan bir insansın sadece.

Hepsi bu.

23 Mart 2020

Corona Günlükleri 2


Nasıl gidiyor karantina günleri? İnsanın böyle günlerde kendini demirleyecek bir yere ihtiyacı oluyor.

Bu kadar küresel boyutta olmasa da bireysel boyutta her birimiz en az bir kez büyük bir zorlukla karşılaşmışızdır hayatımızda. Yer ayağımızın altından çekiliyor gibi olmuş; her şey tepe taklak olduğundan ne yapacağımızı bilememişizdir. Böyle zamanlar da ya olanla baş edemeyip daha da dibe batarız ya da tutunacak bir dal buluruz. Bu dal benim için yoga olmuştu.

Sonrasında ne zaman dara düşsem, aklımı kaçıracak gibi hissetsem yoga pratiğim beni merkezime bağladı. Yavaş yavaş dışarda olanlardan daha az etkilenmeye başladım.

Bunu herkes yoga yapsın diye söylemiyorum, diyorum ki; hepimiz için en az bir yol var asıl olanla bağlantıya geçebileceğimiz.

Dün @snatamkaurkhalsa nın her gün (bizim saatimizle 18.00) yaptığı yayına katıldım. 
"Ra ma da sa sa se so hang" mantrasını söylüyor.

Ardından @devapremalmiten en her gün (bizim saatimizle 24.00) yaptığı yayının tekrarını dinledim. Gayatri mantrayı söylüyorlar.

Söyledim, söyledim, söyledim. Söyledikçe hafifledim. Hafifledikçe hatırladım.

Sıkıntı varsa ferahlık var
Hastalık varsa şifa var
Karanlık varsa aydınlık var
Boşluk var
Sonsuzluk var
Meditasyon var
Yoga var
Mantra var
Dua var
Namaz var
Zikir Var
Yol çok
İçeri bak, orada senin çağıran bir şey var
İçeri git, orada hiç dokunulmamış öz var
İlâhi olana dön yüzünü

Bu da geçer ya Hû

21 Mart 2020

Corona Günlükleri 1



Bugün ekinoks yani günün karanlığı ile aydınlığı eşit.

Dünyanın düzeni ikilik üzerine kurulu.  Bize göre karanlık varsa aydınlık yok. Bir şey varsa başka şey yok. Sınırlı zihnimizle ancak böyle anlam veriyoruz bir şeylere.  Peki, şu cümle nasıl hisettiriyor? İkisi de var ve hiç biri yok.

Hazır bugün karanlık ve aydınlık enerjisi eşitken soralım kendimize; neler oluyor?

DURDURULUYORUZ!

Durdurulan doğa değil elbette insanlar. Güneş yine doğuyor, batıyor. Toprak uyanıyor, yeni ayda ektiğim fesleğenler büyüyor. Kuşlar ötüyor. Geçen sabah meditasyona oturduğumda gökyüzündeki  ay  öyle muhteşemdi ki; gözlerimi alamadım. Yanı başına ilişmiş olan yıldız sonra ona eklenen başka bir yıldız (Bir kaç saat sonra okuduğum yazıda tesadüfen öğrendim ki; onlar yıldız değil Mars ve Jüpitermiş.) derken gözümü kapayıp içerdeki güzelliği mi izlesem yoksa dışardakini mi bilemedim. Demem o ki; doğa corona filan dinlemeden tüm zarafetiyle döngüsüne devam ediyor.

Biz ne yapıyoruz? Bazılarımız çalışmaya devam etse de çoğumuz evlerimize kapandık. Eve kapanınca durduk mu? Hayır. Bir yandan olan biteni takip ediyoruz, bir yandan temizlik yapıyoruz. Okuyamadığımız kitapları okumaya, izleyemediğimiz filmleri izlemeye, yarım kalan işleri bitirmeye verdik kendimizi. DURAMIYORUZ.

Kendi adıma; instagramda daha fazla vakit geçirdiğimi söyleyebilirim. Şu an gördüğüm tablo akıllara zarar. İlgi alanlarım doğrultusunda takip ettiğim hesaplarda müthiş bir faaliyet var. Öyle ki; dünyanın dört bir yanından yoga hocalarının verdiği online yoga derslerine mi, toplu mantra çemberlerine mi, mindful sohbetlere mi katılayım bilemiyorum. Ekranda aynı anda belirerek yanıp sönen canlı yayın ibareleri beynimi yakınca kapatıyorum telefonu. 6 gündür evdeyim ve hiçbir şeye katılamadım. Katılamıyorum. Herkes kendince hediyelerini paylaşıyor ve bunda yanlış olan bir şey yok. Konu benimle ilgili; artık dışardan gelenleri toplamaya değil fazla olanları bırakmaya ihtiyacım olduğunu görüyorum. Çoğaltmak değil de sadeleşmek zamanıymış gibi geliyor.

Yine kendi adıma gidişattan endişe duymadığımı söyleyebilirim. Yıllardır yaptığım çalışmalar tam da bunun içinmiş gibi hissediyorum. Dünya çapında bir salgın var ve evden çıkmayıp kişisel temizliğime dikkat etmekten başka yapabileceğim hiç bir şey olmadığını biliyorum. Depolayacağım tuvalet kağıdı ve makarnanın hiç bir işime yaramayacağının farkındayım. Bunu yapanlar yanlış yapıyor diye söylemiyorum. Şu an en ilkel yanımızla temas içindeyiz. İsteğimiz her şeye  anında erişme noktasındayken atalarımızdan asırlardır bize aktarılmış olan hastalık, kıtlık, yokluk bilincinin tadına bakmak zorunda kaldık bir anda. Kolay iş değil, yalpalayacağız elbet.

Yaşadığımız zorlukları tekamülümüzün yakıtı olarak görüyorum. İnsan zorlanmadan gelişme ihtiyacı duymuyor. Acıdan daha büyük bir motivasyon aracı bilmiyorum. Bu ister fiziksel, ister, ölümlü ve kırılgan olmaktan kaynaklanan psikolojik acı olsun. İnsan olmak böyle bir şey, kolay değil. Zaman bize atalarımızın korkularını dönüştürmekle görevli savaşçılar olduğumuzu hatırlatıyor.
Bunu nasıl atlatacağız? Kabul ve teslimiyetle, tevekkülle. Gezegenleri, galaksileri, evreni, uzayı düşünün. Şimdi kendi varlığınızı düşünün, ne kadar önemlisiniz? Sizce böyle bir yapıda sizin endişeleriniz, üzüntüleriniz, planlarınız ne kadar etkili? Dünya hakkında endişelenmeyi bırakın, o başının çaresine bakacaktır. Salgında ölenler için üzülüyor musunuz? Neden? Siz ölmeyecek misiniz?

O zaman her şeyi boş verip hiç bir şey yapmayalım mı? Elbette hayır. Sorumluyuz; elimizden gelen her şeyi yapacağız. Hem kendimiz hem diğerleri için gerekli önlemleri alıp gerisini bizden büyük olan güce teslim edeceğiz. İlahi planda ne, ne için oluyor bilemeyeceğimize göre yapabileceklerimizi yapıp kalanını bırakacağız.

Ben şu an olanlardan ziyade tüm bunlar bittikten sonra olacakları merak ediyorum asıl. Hiç bir şey olmamış gibi hayatlarımıza kaldığımız yerden devam edecek miyiz? Bence hayır. Bu UYANDIRMA çağrısı herkesi hayatlarına bakmaya yöneltecek bana kalırsa. Herkes kendi idrakine göre değişiklikler yapacak yaşam tarzında. Hayat bir tetris oyunuysa insanlık bir  level atlamış olacak tüm bunlar bittiğinde.

Hayatın  bizi (zorla da olsa!) ANda yaşamaya yönelttiği bu zamanların kıymetini bilelim. Buraya belirli nefes sayısıyla geldik ve bittiğinde gideceğiz.

Korku, endişe, panik anlarında doğumundan ölüme kadar sana eşlik eden nefese ver dikkatini. Nefes al (1,2,3,4), tut (1,2,3,4), nefes ver (1,2,3,4) ve dışarda tut (1,2,3,4). Dışarı çıkamıyorsan, içeri gir. Hepsi bu kadar.

Yalnız değilsin.

Seviliyor ve destekleniyorsun.

Her zaman...