17 Nisan 2020

Corona Günlükleri 8 - Sevgili Bahar



Sevgili Bahar

Görüyorum ki  gelmişsin

Sen geldin ama biz başka yerdeyiz bu bahar

Evdeyiz!

Evim temellerinden sarsılmakta, göz gözü görmüyor toz topraktan

Yıllardır farkında olmadan giydiğim maviler derman olmuyor boğazımdaki yumruya artık

Direniyorum teslim olmaktan başka çarem olmadığını bile bile

Son bir umut, tutunmak için eskinin tanıdıklığına

Ama nafile; yıkılıyor her şey gözümün önünde, hem de gümbür gümbür

Yerle bir olunca her yer , hatırlıyorum yeri

Toprak hani bildin mi, ANA, her şeyin doğduğu yer

Benden öncekiler dikiliyor karşıma

Yok diyorlar öyle ezip geçmek bizi

Halimizi hatırımızı sormadan yürüyemezsin bu yolda

Tamam diyorum, söyleyin o zaman, nasıl gidilir bu yoldan?

Onu ancak sen bilirsin diyorlar, herkesin yolu kendine

Ancak biraz ölüm fena olmaz başlamadan önce

Ah diyorum, ne çok yatırım yaptım ”ben” dediğim o şeye, nasıl öldürürüm onu şimdi?

Alışkanlıktan başla diyorlar, o gitsin ki,  heyeCAN  gelsin yerine

Tazelensin hayat yeniyle...

8 Nisan 2020

Corona Günlükleri 7 - Süper Dolunay


Bugün Terazi’de dolunay, hem de süper dolunay .(Dünyaya daha yakın ve %30 daha büyük).

Sabahları  5.30 gibi kalkıp sadhanama  başlıyorum normalde . Bu sabah da  dolunayın gerçekleştiği saatte (5.35) uyandım  ancak yataktan kalkmadım. (Dolunay ve yeni ay günleri  yoga yapmıyorum.) Aslında kalkıp meditasyon yapabilirdim ama uyku kollarına çekti. (Neden bilmiyorum, erken yatmıştım dün gece halbuki.) Gözümü açar açmaz bu sabah dolunay dedim ve  şu an ne olduğunu net olarak hatırlamadığım bir şeyi bırakmaya niyet ettim. Ben şu an ne olduğunu hatırlamasamda niyetim çok net ve belirgindi o an. Sonra tatlı bir uykunun derinliklerine daldım. (Bir kere uyandıktan sonra uyumaya devam edemem halbuki.)

Gözümü tekrar açtığımda saat 7.00 olmuştu. Bir şeyler okudum biraz. Sabahın körü olmasına rağmen film izlemek için dayanılmaz bir istek duydum. “Arrival” diye bir film seçtim. İzlemeye başladım. Filmde uzaylılar dünyanın 12 yerine kapsülleriyle iniş yapıyorlar ve Amerikalı dil uzmanı kahramanımız onlarla iletişim kurmaya çalışıyor. 18 saatlik aralıklarla kapsüle gide gele aralarında bir dil geliştiriyorlar. Bu kısmı bile benim için yeterince ilginçken uzmanımız sembollerin anlamlarını rüyalarında çözmeye başlıyor. Sonra onların aslında rüya olmadığı, gelecekteki yaşantısından kesitler olduğu ortaya çıkıyor. Tüm bunları izlerken  zamanın doğrusal olmadığıyla ilgili bir şeyler öyle bir yerine oturuyor ki; birden her şey anlamını yitiriyor. Şu an yaşadığımız hayatın gerçekliğinden şüpheye düşüyorum. Sanki bir simülasyonun içindeyiz hepimiz, bir filmdeymişçesine rollerimizi oynuyoruz.

Bu virüs hadisesi çıkalı beri en farkında olmayanımız bile uyanmaya başladı ya artık hepimiz BİRiz ve BİRlikte hareket etmediğimiz sürece çıkmayacağız bu batağın içinden filmdeki uzaylıların vermeye çalıştığı mesaj da bu; kapsülün iniş yaptığı dünyanın değişik yerlerindeki 12 ülkenin beraber hareket etmesi gerekiyor. Tövbe bismillah!

Zamanda kayma yaşanmışcasına garip hallere girmiş banyonun paspasına manasız gözlerle bakarken dışardan müthiş bir gürültü geliyor. Balkona çıkıyorum. Nerdeyse 2 aydır boş duran karşımdaki apartmanın  tepesine bir iş makinesi konmamış mı kuş misali? Görüntü pek bir sürreal geliyor. Ah diyorum, nasıl da manidar zamanlama, tam da dolunay vakti!

Odaya geri dönüp filmi izlemeye devam ediyorum. Telefon çalıyor; arayan komşum. Rahatsız olduysan bize gel diyor. Neyden rahatsız olduysam diyorum. Sesten diyor. Ne sesi diyorum. Öyle dememle beraber binanın tepesindeki iş makinesinin yıktığı apartmandan gelen seslerin farkına varıyorum. Dışarda kıyamet kopuyor, ben filme kendimi öyle kaptırmışım ki hiç bir şey duymuyorum :D Komşuma ben artık dış koşullardan etkilenmeyi bıraktım deyip şaka yapıyorum.

Film bitiyor. Telefon yine çalıyor. 6 aydır sürüp giden bir mevzu var. Ne zaman bitti artık desem canlanıp karşıma çıkıyor. Son 1 haftadırsa gelen her telefonla ne çıkacağını asla tahmin edemeyeceğim şekilde kötüye gidiyor durum sanki. O yüzden korkarak bakıyorum telefona, açmasam mı acaba? Açıyorum. Tamam diyor telefondaki, sorun çözüldü. Derin bir OHHH çekiyorum. Konu öyle saçma ki! Yine de mutluyum kaybettiğim eşeğimi bulduğum için. Sen çok yaşa emi dolunay.

Coronoya müteşekkir olduğum pek çok konu var. Kendimle ilgili olanlardan en önemlisi her şeyi mükemmel yapma çabama son vermiş olması. Dün canlı yayından evvel kafamın içindeki ses yine “Acaba görüntü iyi olacak mı, ses yeterince çıkacak mı, yayın kesilir mi?”  diye vır vır konuşurken sese “Olmazsa ne olur yani?” diye sordum. “Ben bu işi acaba birine faydası dokunur mu diyerek yapıyorum, elimdeki imkanlarla da yapabildiğim bu kadar. Önemli olan niyet, gerisinin önemi yok.” diye devam ettim. Baktım çıt yok.

Bugün şehir dışına taşındığı için uzun süredir görüşmediğim öğrencilerden biri yazmış; yayın çok güzeldi, evde gibiydiniz diye. OHHHHH be.

Benim dolunay işte böyle; seninki nasıl gidiyor?

1 Nisan 2020

Corona Günlükleri 6 – Doğum



Dün ilk canlı yayınımı yaptım; insanlık için küçük benim için dev bir adım. Kolay olmadı çünkü ben defalarca kolay olmayacağını düşünmüş ve dile getirmiştim. Deneyimlediğimiz hayat kafamızda dönüp duran düşüncelerin somutlaşmış hali. Her gün çoğunun farkında olmadığımız binlerce düşünce geçiyor zihnimizden ve bunların çoğu da aynı düşünceler. Bunu durmaksızın dönen bir plak gibi düşünün; biz iğneyi kaldırmadıkça aynı şarkı dönüp duruyor. (Meditasyon bu iğneyi kaldırma çalışması, bundan başka bir yazıda bahsederiz.) Bu sebeple; neyi çok tekrar edersek o hayatımızın gerçekliği oluyor. Kendimize bir şeyi yapabileceğimizi söylediğimizde  yapabiliyoruz, aksini tekrar ettiğimizde işi zorlaştırıyoruz. Kolay olmasa da, ilan ettiğimiz şekilde Antalya Yoga hesabından olmasa da canlı yayın gerçekleşti. Olaydan aldığım ders cebimde, canlı yayın tamam. Teknolojiyi seviyorum. (Artık canlı yayın düşünsün!)

Dün canlı yayında ki derste kelebek pozunu anlatırken içinde bulunduğumuz durumu kastederek; hepimiz bir kozanın içindeyiz şu anda dedim. Bu cümle sabah ki meditasyonumda ziyaret etti beni yine; kozanın içindeki kelebekleriz hepimiz.

Evdeyiz; her zaman olmasa da eskisinden daha fazla. Durduk; çeşitli nedenlerle tam olarak duramayanlar da yavaşladı en azından. Korunaklı bir ortamda beklemedeyiz.
Bu dünyaya annemiz vasıtasıyla geliyoruz; başkasının bedeniyle. Onun rahminde geçirdiğimiz 9 ay süresince dünyanın nasıl bir yer olduğuyla ilgili sinyaller alıyoruz. Annemiz korku ve stres içindeyse dünyanın güvenli bir yer olmadığını hissederek doğuyoruz. Annemiz planlamadığı ve hazır hissetmediği bir hamilelik yaşıyorsa dünyada istenmediğimiz hissiyle doğuyoruz.

Dünyaya geldikten sonra annemizin (Ya da bize bakım veren kimsenin) bize karşı davranışlardan nasıl biri olduğumuzu anlamaya çalışıyoruz. Sevilebilir biri miyiz? Onun bizimle kurduğu ilişkiden (Ne yaparsak bizi seviyor?) davranış kalıpları geliştiriyoruz.
Okul zamanı geliyor. Bu sefer öğretmenlerimizin, arkadaşlarımızın bize davranışlarına göre yeni davranış şekilleri geliştiriyoruz. Sonra iş, komşular, toplum derken kendimiz dışındaki herkesin sözleri ve davranışlarından bir KİMlik oluşturuyoruz kendimize ve o KİMliğe BEN diyoruz.

Hayatta sormamız gereken çok önemli bir soru var ve biz o soruyu sorana kadar hayatı gerçek manada yaşayamıyoruz. Nefes alıyoruz, sürekli bir şeyler yapıyoruz ama ne yaptığımızın farkında değiliz. Hayat otomatik pilottan çıkmamız için bize sürekli sinyaller gönderiyor ama biz çok meşgul olduğumuzdan görmüyoruz, duymuyoruz, ta ki; uçak yere çakılana kadar. Sonra soruyu hatırlıyoruz; BEN KİMİM?

Geçen gün nasılsın diye sorduğum biri ben kendimi sorgulamazdım, kendimi sorguluyorum dedi. Kendini sorgulama hayatın en önemli parçası bence. Bu sorgulama geçmişte yapmış olduğumuz ve artık değiştiremeyeceğimiz şeyler için kendini eleştirme, yargılama, suçlama değil kesinlikle, yanlış anlaşılmasın. Bu en temel seviyede, ben dediğimiz şeyi ben olmayan şeylerden ayrıştırarak BENlik idrakine varmak. Ben yaşım değilim, ben mesleğim değilim, ben düşüncelerim değilim, ben duygularım değilim, ben bedenim değilim.

Asıl doğum annemizin bizi dünyaya getirdiği zaman değil, kim olduğumuzun farkına vardığımız zaman.

Doğum kolay iş değil ağrılı, sancılı bir süreç. Doğum sancısı çeken anneye kızıp bağırır mısın? Şu anda kendini yeniden doğuruyorsun; zorlanıyorsan endişelenme, üzülme, şefkat göster kendine. Kendine sor, zamanı geldiğinde o kozadan nasıl bir kelebek olarak çıkmak istiyorsun?