10 Mayıs 2015

Mutluluk Dediğin

Mutluluk dediğin nedir ki? Var mı vaktimiz bu kadar şikâyetin, memnuniyetsizliğin arasında mutlu olmaya? Mutlu olmayı bırak nasıl hissettiğimize dönüp bakmak için bile var mı birkaç dakikamız? Yoksa kaybolup gidiyor muyuz kişisel trajedilerimiz arasında, üzüldüğümüzü, kırıldığımızı, bıktığımızı öfkelendiğimizi, özlediğimizi ne hissettiğimizi fark edemeden. Hâlbuki büyük şeylere gerek yok, bize nefes aldığımızı hissettiren o küçücük şeyler değil mi bizi mutlu eden?

-          Yeni yapılmış kahvenin kokusu
-          Gözünüz gibi baktığınız bitkinizin çiçek açması
-          Sabah tüllerin arasından süzülen gün ışığı
-          Kuş cıvıltısı
-          Çok hoşunuza giden kitabı bitmesin diye yavaş okumak
-          Sevdikleriniz için yemek pişirmek
-          Yeni ülkeler, kültürler tanımak
-          Baharda her yeri saran portakal çiçeği kokusu
-          Doğada yürürken ciğerlerinize dolan ferahlık
-          Gün batımını izlemek
-          Yoga sonrası tüm varlığınızda duyduğunuz suskunluk
-          Yıllardır dinlemediğiniz şarkının radyoda çaldığı an
-          Çocukların oyun oynayışını izlemek
-          Arkadaşınızla tadına doyamadığınız bir sohbet
-          Varlığın için şükran duymak
-          Sahaftaki eski kitap kokusu
-          Denizi izlemek
-          Rengârenk takılar takmak, giysiler giymek
-          Yolda olmak
-          Kendinden geçene kadar dans etmek
-          Yeni şeyler öğrenmek
-          Her telefon çalışında “Acaba O mu”? diye koştuğun birinin olması
-          Balkonda bir şey yapmadan oturmak
-          İçinden geçenleri yazmak
-          Kaleiçi sokaklarında yürümek
-          Nefesin vücudunda dolanmasını izlemek

-          Annenin gıdısına gömülüp öpmek

4 Mayıs 2015

Bol Soslu Hayat

Bu akşamüzeri mesainin bitmesine birkaç saat kala bir sıkıntı gelip çöreklendi içime. Hiç de bilmiyoruz ki ne, neden oluyor. Bazen iyi hissediyorsun kendini bazen de böyle belirsiz duygular salınıp duruyor ruhunda. Ne yapalım; insanın doğası böyle. Belki de nedensiz değil. Birkaç gün arayla iki arkadaşımın söyledikleri takılmış aklıma belki. Biri demişti ki geçen gün ; “Bu yaşıma geldim, başardığım hiçbir şey yok, sen de böyle hissediyor musun?”  Konuşunca başarıdan kastının bir şeyler icat etmek ya da ünlü olmak gibi şeyler olduğunu anladım. Hayır dedim, bana göre dünyada herkesin görevi ayrı. Bugün de başka bir arkadaşım dedi ki; “Hayat bazen çok anlamsız geliyor.” İnsanın anlam arayışından bahsetmeyeceğim şimdi burda ama bir süredir hayatın anlamlandırmak için değil yaşamak için olduğuna kanaat getirmiş bulunmaktayım. Bu demek değil ki hayatın anlamını hiç sorgulamıyorum. Zihin dediğin öyle bir mekanizma ki; boş bir anını bulmayagörsün, düşünce seline boğup gidiyor seni. Bu akşam da son günlerde konuşulanlardan mı, tamamen sebepsiz mi bilinmez aldı beni bir sıkıntı. Bir huzursuzluk, bir anlamsızlık hali üzerimde.

Eve gidince ne yapacağımı düşünürken yemek yapayım bari dedim, iyi gelir. Alışveriş yapmaya üşendiğimden markete gidip her şeyi ordan almaya karar verdim.  Baktım domates bitmiş. İsabet! Sebze marketten alınmaz ki, ekmeği marketten almayı zaten sevmiyorum. Üşenme Serap dedim ve bir hışım fırladım marketten. İstikamet mahalle fırını. Tazecik ekmeği alıp dilimlettim bir güzel. Sıra bakkalda, yemeği hazırlarken soğuk bir bira fena olmaz. Ordan apartman altında konuşlanmış pazar çakması manava geçtim. İnce kabuklu pembe domatesleri görünce dayanamadım, paraya kıyıp attım torbaya. Biraz yeşillik gerek, dipdiri semizotları bana gülümsüyor. Roka istedim, manav “Yaramaz, tere al” dedi, eyvallah. Kocaman kıvırcığı da kapınca alışveriş tamamlandı.

Üzerimi değiştirip mutfağa girince ilk iş Üniversite Fm ile buz gibi birayı açtım. Bol domates soslu patates kızartması ve ton balıklı salata yapmaya karar verdim. Ne alaka demeyin, öyle geldi içimden işte. Patatesleri doğradım itinayla önce. Onlar kızarırken domates sosu hazırlamaya geçtim. Canım domatesler  sarımsaksız yapamaz elbette. Bir tane kuru acı biberi de tohumlarıyla beraber içine doğradım. Son olarak geçen hafta saksıya ektiğim biberiyeden ekleyip dostluklarını pekiştirmek üzere kısık ateşle baş başa bıraktım hepsini.  O arada yeşillikleri yıkayıp doğradım. Salatam da bol domatesli elbette. Dün mutluluğun yumurtalı ekmekle bağlantısı olduğunu düşünüyordum, bugün bağlantıya domatesi de ekledim, o kadar güzeller ki. Fatih Sultan Mehmet’e çok üzülüyorum. Adam koca İstanbul’u fethetmiş de bir domates yiyemeden göçüp gitmiş bu dünyadan. Neyse ki onun kadar şanssız değilim.  Zeytinyağı ve nar ekşisiyle güzel bir sos yaptım salataya. Ton balığı ve son dokunuş olarak birkaç siyah zeytini de koyduktan sonra voila, salatam hazır. Patateslere ek kızarttığım birkaç biber ve üzerlerine döktüğüm bol domates sosuyla kızartmam da hazır olunca balkondaki masaya kuruldum. Tazecik ekmeği domates sosuna banıp ağzıma attığım o an hayatın anlamını tüm hücrelerimde hissettim. Tam o sırada karşı apartmanın arkasından dolunay yükselmesin mi yavaş yavaş? Hani derler ya; sendeki keyif beyde yok, tam öyle bir hal. Mutluluğun resmi böyle bir şey galiba Abidin.

Fazla kurcalamaya gerek yok yani anlam filan. Siz hayatınızı nasıl alırsınız, düşünerek mi, yaşayarak mı?