15 Mayıs 2014

Spread The Love

Yıllar önce bir eğitimde duydum bu sözü ilk defa. Hayır, kişisel gelişimle ilgili bir eğitim değildi, İngiliz bir tur operatörünün biz Türk rehberlere verdiği bir eğimdi. Belli ki biz Türk rehberler olarak nasıl tur yapacağımızı bilmiyorduk, bize öğretilmesi gerekti. Bakmayın siz böyle küçümser gibi söylediğime, hepimiz can atıyorduk o operatörle çalışabilmek için. Ayrıca genele baktığımızda hiç de haksız sayılmazlardı, piyasada rehber diye dolaşan tipleri düşününce müşterilerine rehberlik edecek kişileri eğitmek istemeleri gayet normaldi. Ne de olsa çok değerli "Repeat Customer" dı söz konusu olan, "Eğitim şarttı."

Eğitimde yapacağımız turların içeriği, bu turları ne şekilde yapacağımız, oteli nasıl kontrol edeceğimiz, şikayet olursa müşteriye -müşteri değil o "misafir"- nasıl davranacağımız anlatılıyordu. Tur programı içinde köydeki bir evde konaklanan bir bölüm vardı; misafir, ülkedeki gerçek yaşama dokunsun kabilinden. (Açık söyleyeyim turizm sebebiyle ziyaret edilen bu tarz köylerdeki evlerin sahipleri aç gözlü olurdu çoğu zaman. Neden onun evine değil de komşu eve gittin diye kızar, küser,  laf atar dururdu. Hatta iki ev sahibinin birbiriyle kavga ettiğine bile şahit olmuşluğum vardır. Paranın gözü kör olsun!) Neyse işte, kadın "Biz turdaki bu bölümü yaparken bölge halkının kalkınmasını da amaçlıyoruz, bu sebeple hep aynı eve değil değişik evlere gitmeye özen gösteriyoruz, siz de turlarınızda ev olsun, restaurant olsun aynı yerlere gitmeyin." dedi ve ekledi "Spread the love!"

Size bahsetmek istediğim bu bağlamda bir sevgiyi yayma değil elbette. Sevgi nasıl yayılır? Öncelikle içimizdeki sevginin farkına varmamız gerekir değil mi? Peki nasıl farkına varılır? Ben içimdeki sevginin farkına nasıl vardım? Pek de kolay olmadığını söyleyebilirim.

Benim genel farkındalığım beni şok eden bir olay yaşamamla başladı. (Belki  daha sonra bahsederim o olaydan da.) Şoka verdiğim ilk tepki kendimi sorgulamak oldu. Şimşek hızıyla kendimi sorguladım ve kararımı verdim, bende bir sorun vardı. Evet, bende kesinlikle bir sorun vardı. O gün hayatımda ilk kez psikologa gittim. Ağlamaktan yüzüm gözüm şişmiş,burnum tıkalı, salya sümük ağlamaya da devam ediyorum üstelik, kelimenin tam anlamıyla berbat durumdayım. Psikologsa anamı, babamı, tüm ceddimi sorguluyor, yaşım, işim, medeni halim. Öfkeden kadının boğazına yapışacağım, ne önemi var şimdi tüm bunların. Bende bir sorun olduğu olduğuna kanaat getirmemdeki şimşek hızı psikologa da sirayet etti ve o dakika teşhisi koyuverdi. Modern bir kadın olmama rağmen annemin yaşadığı yaşamı sürdürmeye çalışıyormuşum. Hoppalaaa, buyur burdan yak. Delirmek üzereyim. O kadar canım yanıyor ki tarifi imkansız, hayatta öyle bir acı yaşamamışım. Olayı bir psikologa anlattığımda yaşayacağımı düşündüğüm rahatlamadansa eser yok.

Lafı uzatmayayım, beni tanımadan, dinlemeden beş dakikada teşhis koyan bu Psikolog Hanım'dan pek bir fayda görmedim. Zaten 3.seanstan sonra da bıraktım gitmeyi. Kitaplara verdim kendimi sonra. Bu insan denen ne menem bir şeymiş diye doymak bilmeyen bir merakla okudum da okudum. Okudukça gördüm ki ben yıllardır olduğumu zannettiğim kişi değilmişim. Hatta neredeyse tam tersiymişim olduğumu zannettiğim kişinin. Böylece başlamış oldu insanlığımı, sınırlarımı, davranışlarımı, duygularımı, düşüncelerimi sorgulama serüvenim.

Anladım ki; insan bir kere sorgulamaya başladığında artık eskiden olduğu - ya da olduğunu düşündüğü- kişi olarak kalması imkansızmış. Bu iyi bir şey mi kötü bir şey mi tartışılır elbette. Kişinin iki seçeneği var bu aşamada: acı çekmemek uğruna sorgulamayı bırakmak veya ne pahasına olursa olsun hakikatle yüzleşmek. Yapılan tercih doğru-yanlış, iyi-kötü olarak olarak değerlendirilebilecek bir şey değil bence, kişi için vakit gelmiş veya gelmemiş denebilir en fazla belki. Hayatımda genel tavır olarak zoru seçmeye meyilli bir insan olduğumdan (kim bilir hangi bilinçaltı kaydım sebebiyle) ikinci yola baş koydum o ayrımda ben. Yol uzun, yol zorlu, yol ancak mezarda bitecek, farkındayım ancak yaptığım seçimden mutluyum.

Bu yolda benim için en önemli ve en şaşırtıcı keşiflerden biri aslında kendimi sevmediğimin farkına varmam oldu. Kabullenmek kolay olmadı elbet. Çünkü ben kendimi çok sevdiğimi düşünürdüm hep o zamana kadar, hatta diğer insanlardan da fazla. Hayatta yalnızca ben varmışım gibi yaşardım, her şeyin sebebi bendim. Tüm dünyam kendim üzerine kuruluyken kendimi sevmemem mümkün olabilir miydi? Ne yazık ki gerçek öyle değilmiş. Her başarısızlığımda, koyduğum mükemmellik kriterlerine uymayan her hareketimde, insan ilişkilerinde yaşadığım her sorunda kendimi acımasızca eleştiriyor, yargılıyor ve cezalandırıyormuşum. Meğer kendimi sevmememden kaynaklanıyormuş huysuzluğum, hırçınlığım, uzlaşmaz tavrım. Kendini sevmeyen başkasını sevebilir mi hiç? Sonradan anladım.

Bunun farkına varır varmaz ilk iş kendimi kabul ettim, olduğum halimle, öylece yani. Doğru bildiklerini yaparak hayatta kalmaya çalışmış bir insandım sadece. Doğru bildiklerimin benim doğrularım değil başka insanlar tarafından bana doğru olduğu söylenen şeyler olduğunu fark etmemiş, sorgusuz sualsiz kabul ederek uygulamaya çalışmıştım. Dışardan söylenenlerle içerdekiler uyuşmadıkça kendime kızmış, kendimi suçlamış, olmadığım bir şey olmaya çalışarak kendimden uzaklaşmıştım. Gerçekte mükemmel değildim, olmak zorunda da değildim. İnsandım sadece, sınırlarım vardı. Bu kabullenişle kendime yaklaşmaya başladım. Olması gereken halimle değil olduğum halimle sevmeye başladım kendimi.

Ondan sonra büyülü şeyler olmaya başladı. Coşku ve neşe yayıldı her yere ilk önce. Bir şeyler taşıyordu sanki içimden, tarif edemediğim bir enerji. Yıllardır içimdeydi ama yeni farkına varıyordum. Baktığım her şey güzel görünüyordu gözüme. İnsanların davranışları sinirime dokunmuyordu artık. Önceden benden çok uzak olduğunu düşündüğüm insanlar şimdi yakındı.

Sürekli bir etkinlik telaşıyla ordan oraya koşuşturup kendimi kalabalıklarda boğduğum zamanlar, kendimle geçirdiğim sakin anlara dönüştü. Önceden biri bana tüm hafta sonunu dışarı çıkmadan evde geçirerek keyif alabileceğimi söyleyeseydi kahkahalarla gülerdim. Eylemsizlik de keyifli olabiliyormuş meğer.

Düşününce tüm bunların kendimi sevmekle gerçekleştiğine inanamıyorum, fazla basit geliyor değil mi? Ama öyleymiş işte. İçinde sevgiyi hissettiğinde yaymaya gerek yok, o kendiliğinden yayılıyor  zaten. Suyun akıp yolunu bulduğu gibi o da gideceği yeri çok iyi biliyor.


Ama siz yine de sevgiyi yayın, hem de her fırsatta. Ne de olsa bir insanı sevmekle başlıyor her şey...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder