1 Temmuz 2017

Gün 6 - Atın beni denizlere



*28 Gün yoga başka bir blogta düzenlenmiş bir projeydi. Diğer günlere burdan ulaşabilirsin.

Sabah 5.30 da uyandım. 3 gün kırmızı çadır 1 günde benim ihmalim derken 4 gündür yoga yapmadığım için bedenim biraz nazlandı; kalkmaya değil de yoga yapmaya. Bu sebeple rutinimin bozulmasından, günümün yogasız geçmesinden hoşlanmıyorum, zihin hemen bahane üretmeye başlıyor. O bahane üretse de ben aldırmadım. Saat altıydı matım yanımda olmadığı için yere ince bir havlu serip oturduğumda. Saatin erken olmasına rağmen hava sıcaktı. Shitali pranayama ile başladım. Ağzımın içine muhteşem bir serinlik yayıldı. Sessizce oturdum biraz. Kediler gibi gerinerek yavaş yavaş hareket ettirmeye başladım bedenimi sonra. Nasıl iyi geldi, sanırsın yüzyıllardır hareket etmiyorum. Güneşe selama durdum. İlk birkaç set vücudumun her yerinden katır kutur, çatır çutur sesler geldi, hiç alışık olmadığım bir durum. 6. Seti bitirdiğimde vücudum normale dönmüştü artık. Sonrasında bedenimi fazla zorlamadığım hafif bir akış yaptım ve sonlandırdım pratiğimi.

Yoga bitince önceki gün yazamadığım yazımı yazıp postaladım. Blogtaki yazıları okudum biraz. Kahvaltı, kahve keyfi yaptım. Dünden yarım kalan işleri bitirmem lazımdı ama pek bir gönülsüzümdüm, sağdan sola soldan sağa hiçbir şey yapmadan yuvarlanıp durdum öğlene kadar. Gönülsüzlük bahane değil Serap, bu işler yapılacak diye başımın etini yiyen sese daha fazla karşı koyamayarak öğlen filan demeden 12 de attım kendimi sokağa.

Bu sokağa çıkış anını nasıl anlatayım bilemiyorum. Şehir bir ejderhaymış, ben de fark etmeden adımımı ağzının içine atmışım meğer! Her nefesinde alevlerle beraber beni asfalta, binalara püskürtüyor sonra ağzının içindeki cehenneme geri çekiyor ve bunu tekrar tekrar yapıyor. Zihnimde bir şarkı çalmaya başlıyor, sıcak, çok sıcak, sıcak daha da sıcak olacak… Yürü Serap diyorum, az kaldı. Ton değişiyor, arabesk bir hal alıyor, Allah’ım neydi günahım??? İlan bastıracağım yere geliyorum, işimi bitirip çıkıyorum. Çözüm odaklı devam ediyor şimdi şarkı, atın beni denizlere… Hava 50 derece hissedilen 100! Nasılsa dışardasın diyorum, birkaç şey daha kaldı, ha gayret. Tüm işleri hallediyorum ama bayılacak hale gelmiş vaziyette zor atıyorum kendimi eve.

Burda bir parantez açmak istiyorum, kafamı çok uzun süre meşgul eden bir konu hakkında, yogadan para kazanmak. Hayatımı yogadan kazanmaya karar verene kadar zorlu bir süreç geçirdim. Teması;  ya yogayla ilişkim bozulursa! Ya para kazanma kaygısıyla yoganın felsefesine ters bir şeyler yaparsam. Ya yoga işim oldu diye eskisi gibi keyif alamazsam. Bu “ Ya…” lı cümleler uzayıp gidiyor. Zaten iş ve para kazanma konusunda nerden geldiğini bilmediğim bir takım yanlış inançlarım, önyargılarım var. İş keyif alarak yapılan bir şey olamaz, yaşamak için yapmaya zorunlu olduğumuz bir şeydir. İş sıkıcı bir şeydir. İşimden ne kadar sıkılırsam aldığım parayı o kadar hak ederim. Keyif aldığın şeyler ancak hobi olarak ve amatörce yapılır, para kazanılmaz.

Küçükken müziğe ilgim vardı, şarkıcı olmak istiyordum ama popüler müzikten hoşlanmıyordum. Şarkıcılık mesleğim olursa sağda solda duyduğum, hiç hoşlanmadığım ticari müziklerden yapmak zorunda kalacaktım çünkü benim hoşlandığım tarz müzik dinleyen çok az insan vardı ve bundan para kazanamazdım. O yüzden benim önce para kazanacağım, pek de hoşlanmadığım bir işim olacaktı, ordan kazandığım parayla da insanlar beğenir beğenmez kaygısı olmadan istediğim tarz müzik yapacaktım.

Bu zehirli düşünceler tüm hayıtımı etkiledi. Rehberlik gibi gezmeye, değişik insanlar tanımaya, yabancı diller konuşmaya olanak veren, karakterime uygun, sevdiğim bir meslek seçtim, eğitimini aldım ama bir türlü para kazanamıyordum. Yazın çok çalışıyor, kışın hiç iş bulamıyordum. Sürekli bir kaygı içindeydim. Bu kaygıya daha fazla dayanamadığımdan, “güvende olmak”  hissi altında, düzenli gelirimin olacağı bir iş yapmaya karar verdim. Dış ticaret yapmaya başladım. İlk yıllar çok iyi geçti. Maaşımı ne zaman alacağımı, ne zaman çalışıp ne zaman tatil yapacağımı biliyordum bu beni güvende hissettiriyordu. Dolayısıyla ofiste çalışmaktan hoşlanmadığım gerçeğini görmezden geliyordum. Yoga hayatıma girip gözümdeki perde yavaş yavaş kalkmaya başladığında buna daha fazla devam edemeyeceğimi anladım. Düşünmeye, araştırmaya başladım. Neler yapmaktan hoşlanıyordum, yeteneklerim nelerdi. Elbette yoga hayatımda başrolde olduğu için aklıma ilk yoga geldi. Neden yapmayı çok sevdiğim bir şeyden para kazanmayaydım? Böyle düşününce mantıklı geliyordu ama alttaki kayıtlar izin vermiyordu bir türlü.

Türkiye’de, yurt dışında etrafımdaki yoga öğretmenleriyle konuşmaya başladım. Sorduğum hiç kimsenin bu tarz kaygıları yoktu. Dönmeme az zaman kala Hindistan’dayken bana bir haller oldu. Korku tüm benliğimi sardı, işi gücü bırakıp bu uzun yolculuğa çıkmıştım da döndüğümde ne yapacaktım, ne olacaktı?  Güya doshamı öğrenmek için gittiğim ayurvedik doktora psikolog muamelesi yaparak ağlamaya başladığımda durumun vahametini kavradım. Seni bu kadar sıkan nedir diye sordu. Anlattım durumu, ne yapacağımı bilmediğimi, yogayla ilişkimin bozulmasından korktuğumu. Bana dedi ki; ben ayurvedayla ilgilenmeyi çok seviyorum. Bu kişisel bir meraktı benim için önceleri, ilgim çok fazlalaşınca iş olarak da yapmaya karar verdim. İyi ki de vermişim. Bu işim olunca onunla daha fazla vakit geçirmeye, hakkında daha fazla okumaya, araştırmaya başladım. Hem sevdiğim işi yapıyorum hem de para kazanıyorum, bundan daha doğal ne olabilir ki? Vatamın kontrolü ele geçirmiş olduğunu,  seyahatimi bir önce bitirmemi ve ülkeme dönerek yapmak istediklerimi yapmaya başlamamı önerdi. (Ben dinlemedim tabi, Tayland biletimi çoktan almıştım ve planımı bozmaya niyetim yoktu! ) Anladım ki; sorun yogadan ziyade benimle ilgili bir şeydi. Konu yoga değildi yani işti.

Neyse ki korkularım Türkiye’ye gelince geçti. Tüm işaretler işi bırakıp yogayı seçmekle doğru bir karar verdiğimi gösteriyordu. Her şey ben hiçbir çaba göstermeden,  tabiri caizse “akıyordu”. Tüm bunları neden anlattım şimdi ben? İlan filan bastırdım ya (Bu arada ben ilan hazırlamam gerekiyor diye düşünürken çalıştığım yerde kalmaya bir grafikçi geldi. Sağ olsun ben rica bile etmeden tüm dizaynı yaptı, benim akıl edemeyeceğim çok da güzel fikirler verdi.) yogadan para kazanacağım deyince ona “iş” olarak mı bakmak gerekir? İlan, reklam filan bunlar hala biraz garip geliyor bana. Siz bu konuda neler düşünüyorsunuz, benimle paylaşır mısınız sangha?


Günü toparlayacak olursak; Antalya’daki tüm işlerimi bitirdikten sonra havanın serinlemesini bekleyip akşam Çıralı’ya geri döndüm. Çıralı’da hayat varmış, Antalya’nın sıcağından sonra ilaç gibi geldi. Gece dışarda uyumaya karar verdim ve köşklerden birinin tepesindeki yatağa yattım. Yıldızları izledim uzun uzun. Evren o kadar büyük ve sonsuz ki, bu oluşumdaki varlığımız o kadar küçük ve önemsiz ki, kendimize dert edindiklerimiz pek bir manasız kalıyor. Varlığım üzerimi kaplayan gök kubbeye emanet, huzurlu bir uykunun kollarına bıraktım kendimi bu kavrayışla…