Yıllar önce
kendime açmak üzere olan bir lale almıştım saksıda ve iş yerime götürmüştüm. Güneşini,
suyunu eksik etmemiş hevesle açmasını beklemiş, açtığındaysa çok mutlu
olmuştum. Ne yazık ki mutluluğum fazla uzun sürmemiş, kısa süre sonra
yapraklarını dökmüştü güzelim lale. Aradan biraz zaman geçip her gün manasızca baktığım
boş saksıda bir hareket olmayınca biraz araştırma yapmış ve o zaman öğrenmiştim
lalelerin yılda bir kere sadece Mart ve Nisan aylarında açtıklarını. Bunu öğrenince
büyük hayal kırıklığına uğramıştım; “Kim bir yıl boyunca bir çiçeğin açmasını
bekler!” diye düşündüğümü çok net olarak hatırlıyorum. Beklemeyi hayatım
boyunca hiç sevmedim ve sabır her zaman zorlu bir sınav olmuştur benim için. Karar
vermiştim, lale benim çiçeğim değildi,
benim çiçekleri her zaman açık olan bir çiçeğim olmalıydı. (Cahilliğimi mazur
görün, böyle bir çiçek var mı onu bile bilmiyorum). Boş saksı sinirimi bozduğu
için eve götürüp balkonun bir köşesine koymuştum. Sonrasında hiç sulamadığım
için de soğanı kuruyup gitmişti çiçeğin.
Bu yılın
başında yeni evime taşındığımda arkadaşım çok güzel bir mor orkide getirdi
bana, 2 hafta boyunca çiçeklerini izlemeye doyamadım. Sonra çiçekleri döküldü,
yaprakları solmaya başladı. Nasıl bakılması gerektiğini internetten araştırdım.
Sulama şeklini değiştirdim, yerini değiştirdim, yok olmuyor, çiçek elden
gidiyor. İş yerinde çiçeklerle çok ilgili bir arkadaş var, ona danıştım. Getir
bakalım deyince iş yerine getirdim çiçeği.(Şimdi başka bir yerde çalışıyorum.) Önce saksıyı büyüttük, ağaç kabukları koyduk
toprağına, doğrudan güneş almayan bir yere koyduk. Birkaç ayda canlanıverdi
çiçek, yaprakları dimdik oldu. Her çıkışında çiçek verecek sandığım ama aslında
kök olan salkım saçak bir şeyler çıkarıp durdu. Geçen gün çiçeği sularken bir
de baktım kökten farklı yapısı olan bir şeyler çıkmaya başlamış. Acayip
heyecanlandım, arkadaşa gösterdim, bu dallardan çiçek verecek dedi. Ben hemen
açacak sanıp, yılda bir açmıyor mu bu dedim, evet dedi. O zaman fark ettim ben
çok kısa bir süre sonra çiçeğin bana gelişinin senesi olacağını; koca bir yıl
nasıl da geçmiş! Zaman nasıl da göreceli bir kavram…
İş yerindeki
orkidenin yanında bir de sümbülüm var benim. Son zamanlarda o da soğanından yeşerme
çabalarında. Bizim çiçek profesörü sümbülü görünce, bu yeterince güneş almıyor burada dışarıda bir
yere koy dedi. O anda içime bir sıkıntı çöreklendi. Hani bazı anlar vardır,
aslında bildiğiniz gerçeklerin balyoz gibi kafanıza dank ettiği, tam da o
anlardan biri. Bu çiçeğin durumu kendi
durumu mu aynaladı bana. Ve ben
yüzleşmek zorunda kaldım sümbülün bile gelişemediği, camları açılmayan, 15
kişinin bir arada çalıştığı bu lüks açık ofiste günümün tam on buçuk saatini
oksijensiz bir şekilde geçiriyor olduğum gerçekliğiyle.
İş bununla
kalsa iyi, üstelik kendi ellerimle örmüştüm hapishanemin duvarlarını tuğla
tuğla, hem de ne zorluklarla. Elbette çok geçerli nedenlerim vardı, artık istikrarsız
yaşamaktan yorulmuştum. Az da olsa düzenli bir gelirim olmaydı, düzenli çalışma
saatlerim, ne zaman çalışıp ne zaman tatil yapacağımı bilmeliydim, hava
sıcakken soğuk, soğukken sıcak olan bir yerde çalışmalıydım, bir ofiste. Bu
sebeple bırakmıştım eğitimini aldığım rehberlik mesleğini 7 yıl önce, “Garanti”
de olmak için!Çiçeğin açmasını 1 yıl bekleyemeyen ben 7 yıl sonra nerdeyim şimdi? Kredisini ödediğim bir evden başka ne var elimde? Çiçeklerim açsınlar diye uğraşıyorum da, ihtiyacım olan toprağı, güneşi, suyu, havayı sağlıyor muyum kendime? Ruhumu coşturan bir iş yapıyor muyum? Bu sorular dönüp duruyor kafamda bir süredir. Uzun ofis saatlerinde gezgin bloglarındaki profillerde insanların işlerini güçlerini bırakarak dünyayı gezmeye karar veriş hikâyelerini okuyup bir gün böyle bir karar verecek kadar cesur olup olamayacağımı sorup duruyorum kendime. Rahatlık alanımın sınırlarını ne kadar zorlayabilirim?
Ömür denen narin
çiçeğe ne kadar hoyratça davrandığını fark eden her insan gibi içim acıyor
benim de ve bu acı araştırmaya sevk ediyor beni, ben ne yapmayı severim, neleri
iyi yapabilirimi bulmaya.
Cevapları
bulmaya çok uzak hissettiğim bu aralar çok güzel bir yazı çıktı karşıma diyor
ki;
"Yalvarırım
sana... Kalbinde çözülmeden kalan her şey için sabırlı ol. Sorunların kendisini
sevmeye çalış; kilitli odalar veya yabancı lisanlarda yazılmış kitaplar gibi.
Cevapları şimdi arama. Şu anda cevaplar sana verilemez, çünkü sen henüz onlarla
yaşayamazsın. Bu, her şeyi yaşama meselesidir. Şu anda, soruyu yaşaman
gerekiyor. Belki daha ileride, farkına bile varmadan, günün birinde kendini
cevabı yaşarken bulacaksın." *
Fazla söze
ne hacet; çare yok, soruyu yaşayacağız bir süre daha…
*Rainer
Maria Rilke
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder