9 Haziran 2015

Bir Akşamüstü Hikâyesi

Nefes alamıyordu! 

Saatlerce kapalı kaldığı ofis, sonrasında servis cefası derken eve girdiği an boğulacak gibi hissetti. Kapalı bir ortamı daha kaldıracak gücü yoktu, bir an önce sokağa atmalıydı kendini. Üzerine geçirecek bir şeyler bakındı. Uzun süredir ilgilenmediği evi perişan haldeydi.   Mevsim değişimi yapılmayan karman çorman dolapta aradığını bulamayınca yatağın üstünde katlanıp yerleştirilmeyi bekleyen temiz giysi yığınına yöneldi. Bir şeyler seçip alelacele giyindi. Tam çıkacakken günlerdir balkonda bekleyen çöpler geldi aklına, atsa iyi olacaktı. Kapı önüne koydu çöpleri. Menteşesi bozuk ayakkabılıktan çıkardığı spor ayakkabıları giyerken ne kadar eskidiklerini fark etti.  Yollar yürümekle aşınmasa da ayakkabılar için durum aynı değildi. Eski olmalarından duyduğu tuhaf mutlulukla kapıyı çekti, kulaklıklarını taktı.

Çöpleri atarken içi acıdı yine, neden ayrıştırılmadıklarını düşündü.  Bu devirde yaşanan bu duyarsızlığa inanamıyordu ama biliyordu ki sistem böyle işliyordu; geri dönüşmemesi gerekiyordu hiçbir şeyin, hep ve daha fazla tüketmek gerekiyordu.

Hafif bir esinti tenini yalayınca bu sene yaz gelmedi diye geçirdi içinden;  gelmemesinden gayet memnun.  Çok seviyordu bu şehri ama yazı dayanılacak gibi değildi. Hem nerde görülmüştü mevsimin ilkbahardan sonbahara geçtiği, nasıl olsa gelecekti, acele etmek gereksizdi.

Ana caddeye çıkıp insan kalabalığına karıştı. Dahil olmadığı sürece seviyordu kalabalığı; dışardan ve uzaktan. Dükkânlar kapanmadan alışverişlerini tamamlamak için acele eden müşteriler,  gözü saatte, dükkânı kapatıp bir an önce televizyon karşısındaki koltuklarına kurulmak için sabırsızlanan esnaf, sokağa taşmış kafelerde yiyen, içen, sohbet eden, gülen insanlar.

İnsan kalabalığından sıyrılıp parkın yolunu tuttu.  Önünden geçtiği deniz restoranından gelen sarımsakla karışık karides kokusunu içine çekerken ne iyi ettim de dışarı çıktım diye bağıran bir gülümse gelip yerleşti yüzüne.  Üst kat komşusu karavanını dağ ve deniz manzaralı parkın kenarına park etmişti yine ama denize sırtını dönmüş karavan içinde televizyon izliyordu. Karavan almalı diye not etti aklının bir köşesine ve sebebi olursa olsun güzellikleri asla kanıksamamalı. Parka girince şimdi ne dinlemeli diye düşündü. Çok sevdiği şarkıcının uzun süredir dinlemediği eski bir albümünden popüler olmamış şarkısında karar kıldı. Notaların kulakların titreşmeye başladığı an içine yayılan huzurdan doğru karar verdiğini anladı hemen. Karşıda tüm heybetiyle dikilen dağlar grubun renkleriyle boyanmış, deniz nazlı bir gelin gibi cilveleniyordu dağa usul usul. Ne güzel diye geçirdi içinden, yaşamak ne güzel.

Onu meşgul etmekte oldukça usta olan zihni sebebiyle mutluluğu uzun sürmedi.  Daha önce bu parkta yürüdüğü zamanlar akıyordu zihninden bir bir ve özellikle de bir döneme odaklanıyordu hatırlananlar. Bir ilişkinin dününü ve bugününü kıyaslıyordu. Aslında ilişkide değişen pek bir şey olmamasına rağmen o zamanlar yürürken ne kadar mutsuzdu da şimdi ne kadar mutlu. Daha doğrusu o zamanlar ne kadar dert ediyordu da yaşananları şimdi aldırmıyordu. Hem dert etse olsa ne olacaktı; başka bir insanın duygu ve düşüncelerini değiştirmek mümkün müydü kendininkini bile değiştiremezken?  Kabul etmekten başka çare var mıydı? Ara ara damarı tutsa da, bir şekilde idare etmeyi öğrenmişti.

Ordan başka yere kaydı düşünceleri. Girdiği her kalabalık ortamdan sonra hissettiği kirlenme geldi aklına. Acaba asosyal olabilir miydi? Başka insanlarla, özellikle de yakın olmadığı, herhangi bir paylaşımda bulunamadığı insanlarla bir arada olmak çok zorluyordu onu; huzuru kaçıyor, kendine gelmesi günler sürüyordu sonrasında.  Şimdi de o adama takmıştı. Sürekli küfrederek, kız arkadaşı, en yakın arkadaşı dahil herkesi aşağılamaya çalışarak konuşan o adama. İnsan davranışı seçilebilir değil miydi? Onu böyle çirkin davranmaya itecek ne yaşamış olabilirdi? Adam o kadar seviyesiz konuşuyordu ki sorduğu sorulara cevap vermek gelmemişti içinden.  Neden cevap vermediğini sorduğunda konuşmayı fazla sevmediğini söylemişti, yalan da değildi.  Neden diye sormuştu adam uzatarak, yoksa kelimelerle arası iyi değil miydi? O zaman sinirlenmişti işte, dünyada en sevdiği şeylerden olan kelimelerle arasının iyi olmadığını ima ettiğinde. Ancak o kadar lüzumsuzdu biriydi ki onun konuşmaları karşısında susmak, bir daha hiç konuşmamacasına susmaktan başka bir şey gelmemişti içinden. Her insan kendimizi aynalıyorsa bu adam onun hangi özelliğini aynalaşmış olabilirdi, aklı almıyordu. Neden böyle bir adamla karşılaşmıştı?

İnsan delilik üreten bir kutu diye düşündü.

Adamı bir kenara bırakıp yürümeye devam etti.  Başka bir parktan geçerken paten kayan çocukları görünce aklına dolapta duran patenleri geldi. Yurtdışından almış Türkiye’ye dönünce de hiç kullanmamıştı. Yeni evine taşındığında şu an geçtiği parkta paten kaymanın hesabını yapmıştı hâlbuki daha önceden ama hayat böyleydi; hesaplar çarşıya uymuyordu hiç bir zaman. Şiirin dizeleri geldi aklına: “Bisikletleri balkonlarında unutanlar her an yağmur yağsın diye dua ediyor.” En azından bisiklete biniyordu canım, o kadar da değildi.

Çok sevdiği tarihi sokaklara daldı sonra. On dört yılda yüzlerce belki binlerce kez geçmişti aynı sokaklardan ama hiçbir zaman sıkılmamıştı. Her seferinde ilk kez geçiyormuşçasına onu heyecanlandıran bir detay buluyordu çünkü. Virane bir evin duvarından sarkan bir çiçek, hemen hepsi restoran, bar veya hediyelikçi olmuş binaların arasında kalmış eski bir evde yaşayan yaşlı amca, sokakta oynaşan kedi yavruları, barlardan birinden gelen saksafon sesi. Akşam gezmesine çıkmış turistlerden gelen parfüm kokuları arasında rotasını eve çevirdi, uzun süredir yürüyordu.

Duş alıp kanepeye uzanınca içi geçiverdi. Uyandığında hemen yatağa geçmek istemedi. Oturup nefes alış verişlerini dinlerken bir mantranın sözlerini mırıldanmaya başladı usuldan. Söyledikçe değişen sesini, genişleyen göğüs kafesini izledi.  Çok sevdiği başka bir mantranın melodisi kulağında bedenini uykunun huzurlu kollarına bıraktı sonra…


Haziran 2015
Antalya

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder