Tek ihtiyacımız biraz şefkat. Derdi anlaşılmak, benim derdim
de aynı ama anlaşamıyoruz bir türlü. Köprü üstündeki iki inatçı keçi gibiyiz; o
ben geçeceğim dedikçe olmaz, ben geçeceğim diye diretiyorum. Aklımızla
yaklaşmaya çalıştıkça uzaklaşıyoruz birbirimizden…
İstediği öyle akıl almaz ki benim için kabul etmeme imkan
yok, baştan reddediyorum. Değil tartışmaya, konuşmaya bile tahammülüm yok, oluru
yok, mümkün değil, kestirip atıyorum! Sanki içimde biri daha var, o sadece
izliyor ve tepki verdiğimi görüyor, biliyor. İzleyenle uğraşacak gibi değilim
hiç şimdi, canım çok yanıyor. Sözleri bıçak gibi saplanıyor içime, konuşmaya
devam ettikçe derine daha derine gidiyor, yarama dokunuyor. Yaramın farkındayım
uzun zamandır aslında ama ne zaman açılmış, neden açılmış bilmediğimden
iyileştiremiyorum bir türlü.
Küstahlığını yabancı oluşuna veriyorum. Sonuçta farklı
coğrafyalarda doğup farklı kültürlerde büyümüşüz, değer yargılarımız farklı doğal
olarak. Eğer Türk olsa bir daha asla görüşmem diye geçiyorum içimden. Modern
bir insanım, farklılıkları olgunlukla karşılıyorum filan hikaye oluyor,
bildiğin milliyetçi kesiliyorum! Diyor ki; “İstediğim normal bir şey burada, neden
böyle davranıyorsun? “ Bizim orda hiç normal değil diyorum. Sizli bizli
oluyoruz birden. Kısa zaman öncesine kadar çok yakın olduğumuzu hissederken
yıldızlar kadar uzak olduğumuzu hissediyorum şimdi. İki taraf haline geliyoruz,
sanki düşmanız birbirimize.
Kafamın içi “Bana bunu nasıl yapar!” “Hakkımda nasıl böyle
düşünür!” cümleleriyle dolup taşıyor. Dünyanın en mağdur insanıyım ve davamda
yüzde yüz haklıyım. Haklı olduğumu duymak, onaylanmak istiyorum hemen. Şimdi
bir arkadaşımı arasam, durumu anlatsam, arkadaşım “Aman bırak, adam deli herhalde!” dese, rahatlasam. Yapmıyorum,
sorunun ikimiz arasında olduğunun farkındayım en azından, üçüncü şahısları
karıştırmaya gerek duymuyorum. Yatıp uyuyorum.
Sabah uyandığımda gönderdiği mesajı görüyorum. O da üzgünmüş,
dün geceki tartışma için, özür diliyor. Kalbim yumuşar gibi oluyor ama ağzımdan
kötü bir şey çıkar korkusuyla cevap vermek istemiyorum hemen. Dün geceki
davranışımı bir gözden geçireyim, neden o kadar celallendiğimi önce kendim bir
anlayayım, günlüğüme yazayım sonra e-mektupla ona durumu açıklarım diye karar
veriyorum.
Birkaç saat sonra başka bir mesaj geliyor. Aynı isteği
detaylandırıp, katmerlendirip tekrar yollamamış mı? Gözlerime inanamıyorum,
dalga geçiyor olmalı benimle! O kadar sinirlerim bozuluyor ki kahkahayı
yapıştırıyorum ve artık daha fazla konuşmamıza gerek yok diyorum. (İzleyen
sırra kadem basmış çoktan, ara ki bulasın!) Karşımdaki boş durur mu, suçlamaya
geçiyor hemen, sen zaten şöylesin, böylesin diye saydırıyor. Şimdi onun yarası
konuşuyor, biliyorum. Neyse ki talimliyim. Canı acıdığında ortalığı yakıp
yıktığına şahit olmuşluğum var birkaç kez, oyuna gelmiyorum. Öyle olduğumu
düşünüyorsan yapacak bir şey yok diyorum, hayatta başarılar.
Diyorum demesine de, içim içimi yiyor. Biraz yoga yapsam iyi
gelir mi ki acaba? Yoga yapmak için fazla duygusal bir durumda olduğumu bilsem
de oturuyorum matımın üstüne. Isınma hareketlerinden ilkinde göğsümü sola
çevirir çevirmez gözyaşları süzülüyor gözlerimden, göğüs kafesimde sıkışmışlar
gibi. Hay Allah, ne yapmalı? Gözyaşlarım dinene kadar bekleyip devam
ediyorum. Devam ettikçe drama kayboluyor
yavaş yavaş, geniş bir alan açılıyor içimde. Oturuyorum sonrasında. Hayal meyal
da olsa olaya dair düşünceler süzülüyor zihnimin derinliklerinde.
Üzgünüm. İkimizde kafalarımızdan çıkıp ortak bir noktada
buluşamadığımız için, kendimizi koruma
içgüdüsüyle söylemek istemediğimiz şeyler söylediğimiz için üzgünüm. Gökyüzü
üzüntüme eşlik etmek istercesine gri. Çok seviyorum böyle havaları, üzüntümü
gönlümce yaşayabilirim şimdi.
Dün gece olan biteni anlamak istiyor bir yanım. Hemen Defne
Suman’a koşuyorum. Her insanda insanlığın bütün halleri var ya; bloğu açıp
hallerden hal beğeniyorum kendime. Fazla uzun sürmüyor aradığımı bulmam.
Okudukça rahatlıyorum, oh be, sadece ben değilmişim böyle hisseden. Yalnız
olmadığımı, senin, benim, tüm insanlığın ortak ıstıraplara sahip olduğunu
görmek iyi geliyor. Bu kadın bana inanılmaz ilham veriyor. Varlığına şükür edip
dışarı çıkmak üzere hazırlanıyorum.
Kulaklığımı takıp yürümeye başlıyorum. Rikşalar, sebze meyve
satan satıcılar, rengarenk sarileri içindeki kadınlar. Sahi, ben Hindistan’daydım
değil mi? Unutmuşum üzülürken; üzüntünün ülkesi olmaz çünkü. Kaleye doğru
yürüyorum bilmem kaçıncı kez ve hiç sıkılmıyorum bu tekrardan. Bugün
bambaşka bir gözle görüyorum etrafımdakileri çünkü. Mekân aynı olsa da bakan
gözler aynı değil hiçbir zaman.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder