Bugün bir garip haller var üzerimde, evrenin sırrına ermiş
gibiyim. Göle gitmek üzere otelden çıkıyorum. Dilimde bir şarkı “ Hey hey, I
saved the world today, everybody’s happy now, bad thing’s gone away...”
Beş dakikaya varıyorum göle, güneşin batmasına var biraz
daha. Oturmayayım diyorum yürüyeyim biraz. Tozlu yoldan gölün diğer tarafına
doğru yürümeye başlıyorum. Hemen biri Namaste diyerek yanıma yanaşıyor, gençten bir çocuk. Nasılsın muhabbetinden
sonra bir restorandan bahsediyor, ilgilenmediğimi söyleyerek yoluma devam
ediyorum. Gölün etrafındaki envai çeşit kuşu izliyorum hayranlıkla, gözüm
yükseklerde. Yerdeki pembe çiçekler dikkatimi çekince çömeliyorum, o kadar
küçük, o kadar narinler ki, çöl gibi yerde nasıl yerden bitmişler şaşıp
kalıyorum. Renkleri inanılmaz canlı. Aynı çocuk yanıma geliyor yine. Ne kadar
zamandır burdasın diye soruyor, 3 hafta diyorum. Kısa süreli gelen turistlerden
olmadığımı anlıyor. Nerde kalıyorsun diye soruyor, söylüyorum. Otelin sahibinin
adını söylüyor, küçük yer tabi, herkes birbirini tanıyor. Birkaç soru daha
soruyor, cevaplıyorum sıkılmadan. Gözüme oturacağım bir yer kestirip çocuğa dönerek
kusura bakmazsan kendimle kalmak istiyorum biraz diyorum, tabi deyip gidiyor
hemen.
Oturuyorum taşın üstüne. Batmaya başlayan güneşin renkleri
boyuyor gölü boydan boya. İçimde tarifsiz bir huzur var. Uzun zamandır kafamda
soru işareti olarak duran bir mevzunun cevabı net olarak karşımda hem de hiçbir
şüpheye yer bırakmayacak şekilde, malum olmuş gibi. Hani geleceği kimse
bilmiyor ya; o an geleceği görüyorum sanki. Ah diyorum, nasıl da yormuşum
kendimi bunca zaman düşünerek, içime baksaymışım ya, işte orda duruyor!
İzliyorum; gölü, batan güneşi, kuşları, gölde tekneyle gezen insanları, içimi…
Şarkı değişiyor, caza dönüyor, My funny Valentine… Mırıl
mırıl mırıldanıyorum. Şarkının her bir notası bedenimde titreşiyor, ordayım,
tarifi imkânsız olan o yerde. Yürümeye başlıyorum tekrar, güneşi tam karşıda
batıracağım o noktaya doğru. Oturuyorum varınca. Kordan dev bir top karşımda, onun
karşısında da dolmaya meyletmiş ay duruyor. Sevdalı iki âşık birbirine bakıyor,
ben onlara bakıyorum, bakışıyoruz. Batan gün ne güzel…
Güneş gözden kaybolunca dönüş yoluna geçiyorum. Tapınaktan
gelen sesler yolumdan çeviriyor, yönümü değiştiriyorum. Girişteki köpek
yavrusunu görünce eğiliyorum yere. Öyle zayıf ki, kemikleri sayılıyor. Aç olan
bedeni değil de ruhuymuş gibi sevmeye başlıyorum, başını okşuyorum. Gözlerimin
ta içine bakıyor sanki ruhumu görmek istiyormuş gibi. Ben de onunkilere
bakıyorum, tanışıyoruz sanki önceden.
Tapınağa doğru yürüyorum, çan ve ilahi söyleyenlerin sesi
çınlıyor dört bir yanda. Din, dil önemsizleşiyor, herkes aynı yaratana dua
etmiyor mu sonuçta? İçim ilahi duygularla dolup taşıyor. Tapınağın önünde duran
bir adam elindeki kovadan göle bir şeyler fırlatıyor. Yaklaşınca adamın attığı
şeyi yakalamaya çalışan kocaman balıkları fark ediyorum.
Göle yansıyan grubun rengi, kuşlar, balıklar, köpekler,
insanlar, çan sesleri, dualar. Evrene canlı bağlanıyorum…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder