Nefes
alamıyordu!
Saatlerce
kapalı kaldığı ofis, sonrasında servis cefası derken eve girdiği an boğulacak
gibi hissetti. Kapalı bir ortamı daha kaldıracak gücü yoktu, bir an önce sokağa
atmalıydı kendini. Üzerine geçirecek bir şeyler bakındı. Uzun süredir
ilgilenmediği evi perişan haldeydi.
Mevsim değişimi yapılmayan karman çorman dolapta aradığını bulamayınca
yatağın üstünde katlanıp yerleştirilmeyi bekleyen temiz giysi yığınına yöneldi.
Bir şeyler seçip alelacele giyindi. Tam çıkacakken günlerdir balkonda bekleyen
çöpler geldi aklına, atsa iyi olacaktı. Kapı önüne koydu çöpleri. Menteşesi
bozuk ayakkabılıktan çıkardığı spor ayakkabıları giyerken ne kadar
eskidiklerini fark etti. Yollar
yürümekle aşınmasa da ayakkabılar için durum aynı değildi. Eski olmalarından
duyduğu tuhaf mutlulukla kapıyı çekti, kulaklıklarını taktı.
Çöpleri atarken
içi acıdı yine, neden ayrıştırılmadıklarını düşündü. Bu devirde yaşanan bu duyarsızlığa
inanamıyordu ama biliyordu ki sistem böyle işliyordu; geri dönüşmemesi
gerekiyordu hiçbir şeyin, hep ve daha fazla tüketmek gerekiyordu.
Hafif bir
esinti tenini yalayınca bu sene yaz gelmedi diye geçirdi içinden; gelmemesinden gayet memnun. Çok seviyordu bu şehri ama yazı dayanılacak
gibi değildi. Hem nerde görülmüştü mevsimin ilkbahardan sonbahara geçtiği,
nasıl olsa gelecekti, acele etmek gereksizdi.
Ana caddeye
çıkıp insan kalabalığına karıştı. Dahil olmadığı sürece seviyordu kalabalığı;
dışardan ve uzaktan. Dükkânlar kapanmadan alışverişlerini tamamlamak için acele
eden müşteriler, gözü saatte, dükkânı
kapatıp bir an önce televizyon karşısındaki koltuklarına kurulmak için
sabırsızlanan esnaf, sokağa taşmış kafelerde yiyen, içen, sohbet eden, gülen
insanlar.
İnsan
kalabalığından sıyrılıp parkın yolunu tuttu. Önünden geçtiği deniz restoranından gelen sarımsakla
karışık karides kokusunu içine çekerken ne iyi ettim de dışarı çıktım diye
bağıran bir gülümse gelip yerleşti yüzüne. Üst kat komşusu karavanını dağ ve deniz
manzaralı parkın kenarına park etmişti yine ama denize sırtını dönmüş karavan
içinde televizyon izliyordu. Karavan almalı diye not etti aklının bir köşesine
ve sebebi olursa olsun güzellikleri asla kanıksamamalı. Parka girince şimdi ne
dinlemeli diye düşündü. Çok sevdiği şarkıcının uzun süredir dinlemediği eski
bir albümünden popüler olmamış şarkısında karar kıldı. Notaların kulakların
titreşmeye başladığı an içine yayılan huzurdan doğru karar verdiğini anladı
hemen. Karşıda tüm heybetiyle dikilen dağlar grubun renkleriyle boyanmış, deniz
nazlı bir gelin gibi cilveleniyordu dağa usul usul. Ne güzel diye geçirdi
içinden, yaşamak ne güzel.
Onu meşgul etmekte
oldukça usta olan zihni sebebiyle mutluluğu uzun sürmedi. Daha önce bu parkta yürüdüğü zamanlar
akıyordu zihninden bir bir ve özellikle de bir döneme odaklanıyordu
hatırlananlar. Bir ilişkinin dününü ve bugününü kıyaslıyordu. Aslında ilişkide
değişen pek bir şey olmamasına rağmen o zamanlar yürürken ne kadar mutsuzdu da
şimdi ne kadar mutlu. Daha doğrusu o zamanlar ne kadar dert ediyordu da
yaşananları şimdi aldırmıyordu. Hem dert etse olsa ne olacaktı; başka bir
insanın duygu ve düşüncelerini değiştirmek mümkün müydü kendininkini bile
değiştiremezken? Kabul etmekten başka
çare var mıydı? Ara ara damarı tutsa da, bir şekilde idare etmeyi öğrenmişti.
Ordan başka
yere kaydı düşünceleri. Girdiği her kalabalık ortamdan sonra hissettiği
kirlenme geldi aklına. Acaba asosyal olabilir miydi? Başka insanlarla,
özellikle de yakın olmadığı, herhangi bir paylaşımda bulunamadığı insanlarla
bir arada olmak çok zorluyordu onu; huzuru kaçıyor, kendine gelmesi günler
sürüyordu sonrasında. Şimdi de o adama
takmıştı. Sürekli küfrederek, kız arkadaşı, en yakın arkadaşı dahil herkesi
aşağılamaya çalışarak konuşan o adama. İnsan davranışı seçilebilir değil miydi?
Onu böyle çirkin davranmaya itecek ne yaşamış olabilirdi? Adam o kadar
seviyesiz konuşuyordu ki sorduğu sorulara cevap vermek gelmemişti içinden. Neden cevap vermediğini sorduğunda konuşmayı
fazla sevmediğini söylemişti, yalan da değildi.
Neden diye sormuştu adam uzatarak, yoksa kelimelerle arası iyi değil miydi?
O zaman sinirlenmişti işte, dünyada en sevdiği şeylerden olan kelimelerle
arasının iyi olmadığını ima ettiğinde. Ancak o kadar lüzumsuzdu biriydi ki onun
konuşmaları karşısında susmak, bir daha hiç konuşmamacasına susmaktan başka bir
şey gelmemişti içinden. Her insan kendimizi aynalıyorsa bu adam onun hangi
özelliğini aynalaşmış olabilirdi, aklı almıyordu. Neden böyle bir adamla
karşılaşmıştı?
İnsan
delilik üreten bir kutu diye düşündü.
Adamı bir
kenara bırakıp yürümeye devam etti.
Başka bir parktan geçerken paten kayan çocukları görünce aklına dolapta
duran patenleri geldi. Yurtdışından almış Türkiye’ye dönünce de hiç
kullanmamıştı. Yeni evine taşındığında şu an geçtiği parkta paten kaymanın
hesabını yapmıştı hâlbuki daha önceden ama hayat böyleydi; hesaplar çarşıya
uymuyordu hiç bir zaman. Şiirin dizeleri geldi aklına: “Bisikletleri balkonlarında
unutanlar her an yağmur yağsın diye dua ediyor.” En azından bisiklete biniyordu
canım, o kadar da değildi.
Çok sevdiği
tarihi sokaklara daldı sonra. On dört yılda yüzlerce belki binlerce kez
geçmişti aynı sokaklardan ama hiçbir zaman sıkılmamıştı. Her seferinde
ilk kez geçiyormuşçasına onu heyecanlandıran bir detay buluyordu çünkü. Virane
bir evin duvarından sarkan bir çiçek, hemen hepsi restoran, bar veya hediyelikçi
olmuş binaların arasında kalmış eski bir evde yaşayan yaşlı amca, sokakta
oynaşan kedi yavruları, barlardan birinden gelen saksafon sesi. Akşam gezmesine çıkmış turistlerden gelen
parfüm kokuları arasında rotasını eve çevirdi, uzun süredir yürüyordu.
Duş alıp
kanepeye uzanınca içi geçiverdi. Uyandığında hemen yatağa geçmek istemedi. Oturup
nefes alış verişlerini dinlerken bir mantranın sözlerini mırıldanmaya başladı
usuldan. Söyledikçe değişen sesini, genişleyen göğüs kafesini izledi. Çok sevdiği başka bir mantranın melodisi
kulağında bedenini uykunun huzurlu kollarına bıraktı sonra…
Haziran 2015
Antalya
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder