Hâlbuki
niyetler nasıl da güzel, nasıl da basit; sevmek, sevilmek istiyor herkes lakin
yaranın başka yaraya değdiğinde yarattığı acıdan kaçmak ne mümkün. Kendi
yarasını sarmak için başkasınınkini kanatan insan ne hoyrat. O da kötü niyetten
değil elbet, savunma ihtiyacına karşı koyamamaktan, başka türlüsünü bilmemekten
belki. Acının başkasından kaynaklandığını sanmaktan ya da. Zaten sanma dünyası
değil mi yaşadığımız? Olanlar dünyasını unutmuşuz hepten. Varsayımlarımızın
esiri olmuş, “bana göre”lerin arasında kaybolmuşuz. Aklımız almıyor bir türlü
başkasına görenin de mümkün olduğunu. Hep biz doğruyuz da, diğerleri yanlış.
Peki, açsak
yüreğimizi; desek ki içimizde koca bir boşluk var. Öyle bir boşluk ki ne koysak
olmuyor. Yiyoruz, satın alıyoruz, dolmuyor. Nerden geldiğini bilmediğimiz bir
sahip olma tutkusu, güzel ne görsek bizim olsun istiyoruz. Sahip olmaya
çalıştıkça kayboluyor güzellikler. Yerine hemen yenisini koyuyoruz o zaman,
isteklerin ardı arkası kesilmiyor.
Boşluğun
korkusundan içimize attıklarımızdan tıka basa doluyuz şimdi; beton gibi ağırız.
Öyle doluyuz öyle doluyuz ki nefes alacak küçücük bir boşluk bile yok; kısa,
kesik idare ediyoruz. Nasılsın diye soracak olsalar, yuvarlanıp gidiyoruz. Aman
ilişmeyin! Koşuyoruz; yetişilecek yerlere, kazanılacak paralara. Hayatı da
yaşayacağız canım bir ara, hele şu işleri bir halledelim de, acelemiz ne?
Aslında bir
farkına varabilsek ne kadar da kıymetli olduğunu, olur olmaz şeylerle
doldurmaya çalıştığımız o boşluğun. Boşluk olmadan dolabilir miyiz asıl olanla?
Boşluğunda süzülmeden tanıyabilir mi insan kendini, dalabilir mi derinlerine,
bulabilir mi hazinelerini? Nedense ölesiye korkuyoruz o boşlukta farkına varmaktan; ne kadar yetenekli, ne kadar yaratıcı olduğumuzun. Cebi tomar tomar para dolu ama gelen geçene el açan dilencileriz çünkü. Her şey aklımıza geliyor da elimizi cebimize atmak gelmiyor bir türlü. Yargılamak değil sizi niyetim, yanlış anlamayın. Hak da veriyorum üstelik. Kolay değil elbet, her gün şikâyet ederek içinde bulunduğunuz kafesinizin kapısının aslında açık olduğunu bilerek yaşamak. Kendinizden kaçmanız ondan zaten hep; ölümden öte köy yok diyorlar, doğru mu ki acep?
Bir de diyorlar ki yalanmış geçmiş ve gelecek, sadece şu an varmış. Gel gör ki çok meşgulüz “şu an” da biz, mazinin hesabını, yarının planını yapıyoruz, vaktimiz yok hiç.
Arayıp
duruyoruz da beyhude; kayıp olmayanı nasıl bulacağız ki? Birazcık yürekle
bakarsak hatırlarız belki…
* Bu yazı Kuraldışı Dergi'de yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder