Sevgili Okur,
Kimsin, ne kadar okursun, neler okursun bilmiyorum ama şu an
burda olduğuna göre yazdıklarımın sana ulaşması gerekiyor. Yogayla tanıştığım
günden beri hayatım küçük büyük aydınlanmalarla geçiyor ve ben bu aydınlanmaları
(bilinçli olarak değil) bir süre kendime saklayıp içimde öğüttükten sonra bir
şekilde yazıya döktüğümü fark ediyorum. Bunu herkese açık olan blog yazılarımı ve instagram
paylaşımlarımı kastederek söylüyorum elbette.
Yoksa aydınlanmalarımı doğrudan kaydettiğim, yazma sıklığım sebebiyle “günlük”
diyemeyeceğim bir defterim her zaman mevcut. Demem o ki; bu yazı halka açık hale geldiyse
birazdan paylaşacaklarım içimde epeyce yer etmiş demektir.
Bu aydınlanmalar benim
için büyük insanlık için küçük gibi görünebilir ama inan öyle değil. Bunları
yazan ben ve okuyan sen (yani her ikimiz
de) “insan” olduğuna, her insanda insanlığın her hali mevcut olduğuna ve “insanlık” insanlardan oluştuğuna göre
aydınlanmalarım pekala devasa öneme sahip olabilir insanlık için.
Tüm bu büyük lafları ederken birazdan ne yazacağım hakkında
en ufak bir fikrim olmadığından emin olmanı isterim. Sadece parmaklarımı idare
eden ilahi güce güveniyorum. Haydi
başlayalım.
İlk olarak hayallerini yıkarak başlamak istiyorum işe; ilham perisi diye bir şey yok!
Bunu uzun zamandır biliyorum aslında. Yazmayı çok seven biri
olarak yıllarca kendimi ilham perisinin varlığına inandırdım. O peri ki “bir
gün” sol omzuma oturup “yaz kızım” diye kulağıma fısıldayacak, ben de
bilgisayarın başına oturup tıkır tıkır
koca bir romanı yazıp bitirecektim. Tahmin edersiniz ki öyle olmadı (olmuyor)! Bir
yerde okumuştum; yapmaktan en çok korktuğumuz şey yapmaya en çok ihtiyacımız
olan şeymiş. İtiraf ediyorum; yazmaktan ölesiye korkuyorum. Neden bilmiyorum.
Belki de yazarken kendimi çırılçıplak hissetmemdendir çünkü yazarken hiçbir
şeyi saklayamıyorum. Görmekten,
duymaktan ve bilmekten çekindiğim her şey birden karşıma dikiliveriyor. Yazarken her şey “gerçek” oluyor. Bu sebeple yazma isteği
içimde dayanılmaz hale gelene kadar kaçıyorum bu histen. O his geldiğinde de hemen
oturup yazmak lazım; dur şunu da yapayım, bu da bitsin dersen yazına veda
edebilirsin. Tüm “o şeyler” bittiğinde oturduğun an aklına yazacak tek şey
gelmeme ihtimali çok yüksek.
Kışın gelmesiyle beraber sabah pratiğim biraz geç saate
taşındı. Yataktan kalktığımda hava aydınlanmaya yüz tutmuş veya aydınlanmış
oluyor. Haliyle ne yaptığım yoga ne de meditasyonum beni “yeteri!” kadar (neye göre?) tatmin etmiyor. Uzun bir aradan sonra bu sabah daha ezan okunmadan
uyandım. Ah sabahın bu saatleri! Günün
en güzel saatleri bana göre. Meditasyondayken kapalı gözlerimin ardından
günün aydınlandığını hissetmek gibisi yok. Bu sabah bir de ek olarak üzerime
kelimeler yağmaya başlamasın mı? Amanın, şimdi ne yapmalı? Kalkıp bilgisayarın başına geçip kelimeleri
yazıya mı dökmeli mi yoksa oturup meditasyona devam mı etmeli? Büyük dilemma. Hayatımız tamamen yaptığımız seçimlerden oluşuyor. Sadhanamı yazıya tercih ederek oturmaya devam ettiğimden kalkıp yazmaya
başlasaydım neler çıkabileceğini hiç birimiz bilemeyeceğiz. (O yüzden diyorum o his geldiğinde hemen yazmak lazım diye) Meditasyonun ardından yogamı yaptım
ve mantra söyledim. Kendimi oldukça tatmin olmuş hissettim. Güzel bir kahvaltı,
ardından kahvemi içerken kitap okuma derken günlük olağan rutinimi tamamlayıp
yazının başına geçene kadar vakit öğleni buldu. Sonuçta belki aynı kelimeleri
değil ama bazı kelimeleri yazıyor olduğuma göre yaptığım seçimden pişman
değilim hakim bey.
İlham perisine geri dönecek olursak; elimizde hiç kalmadı, onun
yerine her gün düzenli çalışma verelim. Kolay değil mi diyorsunuz? Kimse kolay olduğunu
söylemedi. Formül basit, her gün otur yaz. Ben yazı yazmıyorum ki, tüm
bunlardan banane diyebilirsiniz. Hemen kestirip atmayın; bunu her şeye
uygulayabilirsiniz. O boş tuvalin karşısına oturmadıkça resim kendiliğinden
orda belirmeyecek, gitarı eline almadıkça notalar kendini bestelemeyecek.
Sanatçı ruhlu biri olmadığını mı düşünüyorsun; sağlıklı beslenmeyip hareket etmedikçe
fazla kilolarından kurtulamayacaksın, ölesiye sıkıldığın işinden ayrılmadıkça
aslında ne yapmak istediğini bilemeyeceksin, neden sürdürdüğünü bilmediğin
ilişkinin içinde kalmaya devam ettikçe kendini tanıyamayacaksın. Sihirli değnek
yok. 1.bombayı patlatıyorum; dışarda seni “kurtaracak” biri yok. Asıl ve daha
önemli 2. Bombayı patlatıyorum; kurtarılacak biri de yok. Aciz, mağdur, kurban,
defolu, kırık, bozuk, onarılması, düzeltilmesi, değişmesi gereken bir şey
değilsin sen. Olduğun halinle mükemmel ve sevilesi bir insansın ve acı çekmek
için burada değilsin. Sadece kim olduğunu ve neden burda olduğunu bilmen gerekiyor. Bu bilme
zihinsel değil içsel bir bilme. Bu içsel
bilme haline gelmek için yeni bir şeyler bilmene gerek yok, aksine işin sırrı
bildiklerini unutmaktan geçiyor. Elbette
bu yolda ilerlemek için bir takım yöntemlere ihtiyaç duyabilirsin. Ne o yöntemler dersen ben kendi tecrübemden yoga
ve meditasyon derim ancak tek bir yöntem yok. Yakın bir arkadaşım var, pozitif bilim ve
zihinle kavranan şeyler dışındaki pek çok şeye dudak büker, fasa fiso der, nasıl
bildiğini bilmiyorum ama O da biliyor mesela. (O da yazı yazan birisi) Demem o ki; bilmek için Hindistan’a gitmene, yoga yapmana gerek yok (Ben yine de yapmanı tavsiye ederim o ayrı ) Bu dünyada kaç milyar insan varsa o kadar yöntem olduğuna inanıyorum. Biricik ve eşsiz bir
varlıksın. Yaparken zamanı, yemeyi, içmeyi unuttuğun ne var? Onu yap. Düzenli
olarak yap ve herhangi bir sonuç
beklemeksizin yap. (Ve hayır, bilgisayar oyunu oynamaktan bahsetmiyorum!)
2. Aydınlanmama geçiyorum. İhtiyaç duyduğun bilgi içinde.
Her yılın kendine göre bir teması var; bu yılın ki arınma ve
harekete geçme bana göre. 2019’a hasta başladım. Grip, virüs sebebi nerdeyse 10 gün ölü gibi
yattım. Sonrasında duygusal bir sarsıntı yaşadım. Dürüstlük, şüphe, güven gibi
kavramlar dikkatime çekildi. 7 yıl önce bu kavramlarla ilgili ciddi bir sınav
vermiştim. İşin aslı ben sınavı verdiğimi düşünmüştüm ancak aynı yerden
geldiğine göre demek ki verememişim. Bunu görüp kabul etmek bayağı zorladı. Sonra
7 sayısı dikkatimi çekti. Hayatımda 7 yıl arayla bir şeyleri değiştirdiğimi
fark ettim. 7 yıl rehberlik yaptıktan sonra bırakıp 7 yıl dış ticaretle
uğraşmıştım. Yoga da tam 7 yıl önce hayatıma girmişti. Bu ilginç saptamayı
yaptıktan 1 ay kadar sonra Estes’in Kurtlarla Koşan Kadınlar kitabında şu
cümleyi okudum; Her yedi yıllık dönem belli bir yaşantı ve ders kümesini temsil
eder. Yedi erginlenmenin sayısıdır.” (Bu kitabı tüm kadınlar okusun, hatta
erkekler de okusun.) Ben de derslerimi
tekrar ediyordum. Hemen ardından uzun
zamandır arzuladığım bir şeyin belki de asla gerçekleşmeyebileceğini öğrendim.
Hayat kesinlikle beni sınıyordu, tıpkı 7 yıl önce sınadığı gibi. Ancak bu sefer
geçen seferkinden biraz daha farklıydı, ben daha donanımlıydım. 7 yıldır
hayatımda olan yoga karşıma çıkan tüm olaylarla baş etmekle ilgili müthiş yetenekler
kazandırmıştı bana. Son derece kırılgandım ancak bu kırılganlık bana müthiş bir
güç veriyordu. Zeyna gibi olan bu
halimden gurur duydum. Korkmuyor değildim ancak korkuya rağmen hareket etmeyi
başarabiliyordum. Bu sarsıntı beni bir
takım kararlar almaya itti ve biri bedenimi diğeri enerji alanımı temizlemek
adına 2 şeyden 40 gün boyunca vazgeçmeye karar verdim. Şu an yolu yarıladım.
Geçen gece rüyamda niyetimi bozmam için acayip cazip bir teklif gelmesine
rağmen kabul etmedim. (Hayatınızda en beğendiniz ve beraber olmak istediğiniz
kişiyi düşünün, o kişi size geliyor ve sizinle olmak istiyor ve siz hayır
diyorsunuz. Bunun gibi bir şey. ) Rüyada bile olsa; irade 1 arzu 0.
Buraya kadar olan kısım arınmayla ilgiliydi; yüzleşemediğimiz
duygularımızı görme, kabul etme, kendimizi ve diğer kişileri affetme, eskiden
kalan tortuları temizleme ve bedensel arınma. ( Bedensel arınma kısmına bu 40
gün bittikten sonra başka konularda da devam etme kararı aldım.)
Gelelim harekete geçme kısmına; harekete geçip ne yapacağız,
devrim mi? Belki de evet, kişisel bir devrim bahsettiğim. Belki siz de benim
gibi ne istemediğini çok iyi bilmesine rağmen ne istediğini bir türlü bilemeyen
insanlardansınızdır. (Can yoldaşlarım benim, sokulun şöyle yamacıma.) Hatırı
sayılır sayıda yılımı ne istediğimi bulmaya vakfetmiş biri olsam da pek
başarılı olduğumu söyleyemem. Zira istek (arzu) dediğimiz şey doğası gereği
sürekli değişen bir şey. Burda bahsettiğim şey bu tarz isteklerden biraz daha
farklı; çok iddialı olmayacaksa” yaşam amacı “ gibi bir şeyden bahsetmek
istiyorum. Ve harekete geçeceğimiz konu da bu yaşam amacını yürürlüğe koyma.
Yıllardır değişik yerlerden pek çok mesaj alıyorum. (Kulağa
çılgınca gelebilir ama doğru.) 2015 yılının sonunda Işığını Parlat diye bir
yazı yazmıştım. O yazıyı yazdıktan 6 ay sonra düzenli işimden istifa ettim,
evimi bıraktım ve sırt çantamı alarak yollara düştüm. O zamandan beri “düzenli”
bir işim, gelirim ve sigortam yok. Yoga dersi vermekten başka hiç bir iş
yapmıyorum, geçimimi bundan sağlamaya çalışıyorum ve verdiğim bu karardan şüphe
ya da pişmanlık duyduğum bir an bile olmadı. (ÇALIŞIYORUM kısmını özellikle
vurgulamak istiyorum zira metrekareye düşen yoga öğrenci sayısının yoga
öğretmen sayısından çok daha az olduğu günümüzde insanların “yogadan para
kazanma” gayesiyle işlerinden ayrılmalarını enteresan buluyorum. İnstagramda
gördüğünüz yogadan büyük paralar kazanan, bazı spor giyim markalarının
temsilciğini yapan birkaç kişi sektörün gerçeğini yansıtmıyor. Yogayı bir “hayat yolu” seçmekten başka bir sebeple
mevcut olan işinizden ayrılıp yoga eğitmeni olmak istiyorsanız yol yakınken
dönün derim. Sadece yoga öğreterek geçiminizi sağlamak hiç de kolay bir iş
değil. En azından birkaç sene. )
Ne diyordum, mesajlar. Yıllardır mesajların gelmesine rağmen
2019 yılında aldığım mesaj sayısı inanılmaz. Önüm, arkam, sağım, solum mesaj. Bunların
bir kısmı doğru yolda olduğumu söyleyen onaylayıcı mesajlar; öğretmem, bilgiyi
aktarmam, paylaşmam yolunda. Bir kısmı da yaratıcılığımı kullanarak harekete
geçmem konusunda. Ne yapmak üzere? Bilmiyorum. Burdaki “yaratıcılık” kelimesi
oldukça ironik. Zira benim “yaratıcı biri olmadığım” konusunda nerden geldiğini
bilmediğim çok ciddi bir kök inancım mevcut. Yaratıcılık 2. Çakra olan
Svadisthana’nın konusu ve enteresandır ki hayattaki tüm sınavlarım bu çakranın
konularıyla ilgili. Bu kadar bilgi ne işine yarıyor diye soruyorsanız şu an
için HİÇ.
Hal böyle olunca kendimi daha bir açtım mesajlara, belli ki
geliyorlar ama şifreyi çözmede sıkıntı var. Bir takım kartlar aldım kendime yol
göstersin diye. O kartlar vesilesiyle birkaç gündür önüme sürekli “yaratıcı
yazarlık” geliyor , ben de gülüyorum.
Aslında son birkaç gündür bayağı gülüyorum. Öyle yüz hatlarında hafifçe
değişime yol açan gülümseme gibi değil; karnımın derinliklerinden, gürül gürül,
kahkahalarla, gülme göz yaşlarına dönüşene kadar, o derece. Sebebi bu ara
okuduğum bir kitap. Yazarının otobiyografi ya da anı kitabı olduğunu kesinlikle
reddettiği bir yaşam öyküsü; ismi Tibet Şeftali Turtası. Tom Robbins
kitaplarını okuduysanız yaratıcı yazarlık ne demek iyi bilirsiniz. O nasıl bir
hayal gücü öyle! Kendi yaşamından bahsettiği bu kitabı okurken adamın yazar olmak
için doğduğunu çok net olarak görebiliyorum; buraya bunun için gelmiş. Hayat
amacı diyoruz ya; işte onun ki bu. İşte böyle bir adamın kitabını okurken
karşıma çıkan “Yaratıcı yazarlık” mesajına da gülmeden edemiyorum, yaratıcı
yazarlık mı? Ben mi? Ha ha haaaaaaaaa
Peki, ya düşündüğümüz kadar zor değilse? Hepimiz yaratanın
bir parçası değil miyiz? O zaman bu “yaratıcılık” ın bizde de olmasından daha
doğal ne olabilir? Yaratıcılığı kendimize yakıştıramayışımızın sebebi
reddedilme, beğenilmeme, onaylanmama, yeterince ….. olmama korkumuz olabilir
mi? Bence düşünmeye değer.
Ne konuda harekete geçeceğimi, ne yapacağımı bilemediğim için
kendimi mesajlara açtım dedim ya, bunu dışardan beklemekte bir şekilde yanılsama.
Nitekim almam gereken mesajı kendime dün verdim. Hayatında ilk kez yoga
yapmaya gelmiş, düşüncelerini dışardan okuyabileceğim kadar endişeli bir gençle verdiğim ders sonrası konuşuyorduk. Yaptığı yanlış seçimlerden dolayı çok kaygılandığını,
ne yapması gerektiğine bir türlü karar veremediğini söyledi. Sonra şöyle bir
ses duydum; “Bilgiyi dışarda arama, ihtiyaç duyduğun bilgi içinde. İçinden
gelen sesi dinle…” O ses benimmiş meğer.
Buraya kadar gelebildiysen azimli bir okuyucu olduğunu
kanıtladın, tebrik ediyorum. Bende aydınlanmalar bitmez, arada uğra yine.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder