Yoga deyince
insanların kafasında çok değişik şeyler canlanıyor. “Ne yapıyorsunuz, bütün gün
oturup ‘OMMM’ mu diyorsunuz? Yerden yükseliyor musunuz?” diye soran
gerçeküstücüler, Ayı Yogi diyerek ya da Recep İvedik’deki yoga sahnesini
anlatarak komiklik yaptığını zanneden şakacılar, “Yoga yapacağına namaz
kılsana” diyen nasihatçiler ve “Aman fazla kendini kaptırma” diye tembihleyen
temkinlilerin yanı sıra yogayı sihirli değnek zanneden hayalperestler var: “Çok
kilo verdiriyor, stresten arındırıyor değil mi?”
Geçen akşam,
yemek yerken, arkadaşım bana şu soruyu sordu: “Ne buluyorsun yogada?” Sustum
bir süre; düşündüm. Yukarıda saydığım gruba dahil biri olsa umursamayıp
geçeceğim. Benim gibi hayata merakla yaklaşan biri olduğu için açıklamak
istedim ama kelimelerle açıklayamayacağımı da biliyordum. Çok iyi tanımlamasına
rağmen “Anlatılmaz, yaşanır.” desem çok klişe olacaktı. Yogada ne bulduğumdan
çok yoga yaparken kendimi nasıl hissettiğimi anlatmaya çalıştım ben de; ne
kadar başarılı oldum bilemiyorum.
Sonraki günlerde
biraz düşündüm bunun üzerine. Konuşarak anlatamadıklarımı yazarak ifade etmek
istedim; sizlerle de paylaşmak isterim.
Yoganın bana
ilk katkısı beni bedenimle tanıştırmak oldu. Uzun zaman varlığını unutmuş olsam
da yoga yaparken farkına vardım ki benim bir bedenim varmış. Konuşuyormuş da
üstelik; ben dinlemeyi bilmediğimden sesini duymuyormuşum. Dinlemeye, ona göre
hareket etmeye başladım. Bir pozda ne kadar kalacağıma, hareket ederken ne
kadar ileri gideceğime o karar verdi. Onu dinledikçe esnedim, güçlendim.
Derslerdeki farkındalık dışarda da kendini gösterdi; karnım acıkınca yemeye,
uykum geldiğinde uyumaya başladım. Hiçbir şey yapmadan sadece bedenimde
olduğumu hissetmek bile öyle büyük bir mutluluk ki.
Yoga
yaptıkça kollarım, bacaklarım, omurgam uzadı sanki. Bu birebir fiziksel bir
uzama olmayabilir ama ben uzadıklarını hissediyorum. Onlar uzarken bir yandan
da genişliyorum sanki vücudumun içinde. Zaman ilerledikçe bu genişlemeyi çok
daha net bir şekilde hissediyorum. Her yoga yapışımda içimde kocaman, ferah
odalar açılıyor ve ben onları nefesle dolduruyorum.
Yoganın en
sevdiğim yanı ulaşılacak bir nokta koymaması. Hareketleri bedenimin izin
verdiği ölçüde, yapabildiğim kadar yapmak. Önemli olan hareketi iyi, güzel,
uzun yapmak değil çünkü. Asıl olan anda mevcut olmak; bedenimle, zihnimle,
ruhumla. O gün, o an nasılsam öyle. Bu öyle güzel bir kabul etme ve teslim olma
hali ki yüksek müzik eşliğinde, kalbim yerinden çıkacakmışçasına hareket
ettiğim spor salonundan tükenmiş halde çıkmaktan çok çok uzak. Yorulduğumda
durmak ve tekrar kaldığım yerden devam edebilmek büyük özgürlük.
“Lazım”
lardan, “-meli”, “–malı” lardan, kıyaslamalardan büyük ölçüde kurtuldum.
Zihnimdeki tekerlemeleri takip etmek zorunda olmadığımı öğrendim. Zihin sürekli
konuşuyor; işi bu. Mesela diyor ki: “Bu hareketi yapman lazım! Daha geçen gün
yaptın aynısını, şimdi nasıl yapamazsın?!” ya da “Bak bakalım yanındaki nasıl
yapıyor?” Bende diyorum ki “Öyle bir zorunluluğum yok. O gün öyleydi, şimdi
böyle. Onun vücuduyla benim vücudum aynı değil.” Zihnimin söylediklerini
dinlemeyi ama dahil olmamayı öğreniyorum. Olmak zorunda olduğum biri olmadığını
kavrıyorum. Serap olmak için başarılı olmaya, şunu yapmaya, bunu giymeye
ihtiyacım yok, ben zaten olduğum kişiyim.
Nefes almayı
öğrendim. Günlük hayatlarımızda nefes almayı unutmuşuz ne yazık ki. Birkaç
derin nefesle zihindeki gevezeliği susturmak, vücudu enerjiyle doldurmak
mümkün. Doğru nefes alınca çocuklar gibi şen, enerjik oluyor insan.
Vücudumda,
zihnimde sessizleştikçe dışarıdayken de sessizleşmeye başladım. Her zaman
konuşmak, fikir bildirmek, taraf olmak, sohbet başlığı altında başkasının
kafasının içindeki monologlara dahil olmak zorunda değilim.
Bedeni fark
etmek, doğru nefes almak, zihni sakinleştirmek hepsi iyi güzel de ben en çok
yoga yaptıktan sonra ki “o hal”e vurgunum yogada; kafamda dileklerim,
isteklerimle başlayıp yoga bitip te oturduğumda isteyecek tek bir şey
bulamadığım o hale. Her şeyin tam ve bütün olduğu, şükran dolu olduğum, ağzımı
açıp tek bir kelime etmek istemezken ağaçların, kuşların sesini duyduğum o
hale. O hal ki hepimiz BİRiz ve başka hiçbir şeye ihtiyacımız yok hayatta.
*Bu yazı Kuraldışı Dergi‘de
yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder