Bu akşamüzeri
mesainin bitmesine birkaç saat kala bir sıkıntı gelip çöreklendi içime. Hiç de
bilmiyoruz ki ne, neden oluyor. Bazen iyi hissediyorsun kendini bazen de böyle belirsiz
duygular salınıp duruyor ruhunda. Ne yapalım; insanın doğası böyle. Belki de
nedensiz değil. Birkaç gün arayla iki arkadaşımın söyledikleri takılmış aklıma
belki. Biri demişti ki geçen gün ; “Bu yaşıma geldim, başardığım hiçbir şey yok,
sen de böyle hissediyor musun?” Konuşunca başarıdan kastının bir şeyler icat
etmek ya da ünlü olmak gibi şeyler olduğunu anladım. Hayır dedim, bana göre dünyada
herkesin görevi ayrı. Bugün de başka bir arkadaşım dedi ki; “Hayat bazen çok
anlamsız geliyor.” İnsanın anlam arayışından bahsetmeyeceğim şimdi burda ama
bir süredir hayatın anlamlandırmak için değil yaşamak için olduğuna kanaat
getirmiş bulunmaktayım. Bu demek değil ki hayatın anlamını hiç sorgulamıyorum.
Zihin dediğin öyle bir mekanizma ki; boş bir anını bulmayagörsün, düşünce
seline boğup gidiyor seni. Bu akşam da son günlerde konuşulanlardan mı, tamamen
sebepsiz mi bilinmez aldı beni bir sıkıntı. Bir huzursuzluk, bir anlamsızlık
hali üzerimde.
Eve gidince
ne yapacağımı düşünürken yemek yapayım bari dedim, iyi gelir. Alışveriş yapmaya
üşendiğimden markete gidip her şeyi ordan almaya karar verdim. Baktım domates bitmiş. İsabet! Sebze marketten
alınmaz ki, ekmeği marketten almayı zaten sevmiyorum. Üşenme Serap dedim ve bir
hışım fırladım marketten. İstikamet mahalle fırını. Tazecik ekmeği alıp
dilimlettim bir güzel. Sıra bakkalda, yemeği hazırlarken soğuk bir bira fena
olmaz. Ordan apartman altında konuşlanmış pazar çakması manava geçtim. İnce
kabuklu pembe domatesleri görünce dayanamadım, paraya kıyıp attım torbaya.
Biraz yeşillik gerek, dipdiri semizotları bana gülümsüyor. Roka istedim, manav “Yaramaz,
tere al” dedi, eyvallah. Kocaman kıvırcığı da kapınca alışveriş tamamlandı.
Üzerimi değiştirip
mutfağa girince ilk iş Üniversite Fm ile buz gibi birayı açtım. Bol domates soslu
patates kızartması ve ton balıklı salata yapmaya karar verdim. Ne alaka
demeyin, öyle geldi içimden işte. Patatesleri doğradım itinayla önce. Onlar
kızarırken domates sosu hazırlamaya geçtim. Canım domatesler sarımsaksız yapamaz elbette. Bir tane kuru acı
biberi de tohumlarıyla beraber içine doğradım. Son olarak geçen hafta saksıya
ektiğim biberiyeden ekleyip dostluklarını pekiştirmek üzere kısık ateşle baş başa
bıraktım hepsini. O arada yeşillikleri
yıkayıp doğradım. Salatam da bol domatesli elbette. Dün mutluluğun yumurtalı
ekmekle bağlantısı olduğunu düşünüyordum, bugün bağlantıya domatesi de ekledim,
o kadar güzeller ki. Fatih Sultan Mehmet’e çok üzülüyorum. Adam koca İstanbul’u
fethetmiş de bir domates yiyemeden göçüp gitmiş bu dünyadan. Neyse ki onun
kadar şanssız değilim. Zeytinyağı ve nar
ekşisiyle güzel bir sos yaptım salataya. Ton balığı ve son dokunuş olarak birkaç
siyah zeytini de koyduktan sonra voila, salatam hazır. Patateslere ek
kızarttığım birkaç biber ve üzerlerine döktüğüm bol domates sosuyla kızartmam
da hazır olunca balkondaki masaya kuruldum. Tazecik ekmeği domates sosuna banıp ağzıma attığım o an hayatın anlamını tüm hücrelerimde hissettim. Tam o sırada karşı apartmanın
arkasından dolunay yükselmesin mi yavaş yavaş? Hani derler ya; sendeki keyif beyde
yok, tam öyle bir hal. Mutluluğun resmi böyle bir şey galiba Abidin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder