Hava bir kaç
gündür inanılmaz bunaltıcı. Şöyle anlatırsam daha kolay anlaşılır sanırım;
nefes aldığınızda ciğerinizdeki alveollerin birbirine yapıştığını
hissediyorsunuz nemden, öyle berbat, yapış yapış bir hava, tam bir Antalya yazı klasiği. Dün işten gelir
gelmez üzerimi değiştirip yürüyüşe çıktım. Karşıdaki Beydağları'nın ayna gibi
gözüktüğü, deniz manzaralı bu parkta genellikle akşamları, bazen de sabahın
erken saatlerinde yürüyorum sık sık. Dün baktım, nem bulut şeklinde inmiş,
koskoca dağları hiç bir iz bırakmamacasına kaybetmiş arkasında. Baktığınızda
sadece denizi görüyorsunuz, dağdan eser yok! Buraya ilk kez gelen biri olsam
denizi uçsuz bucaksız sanar, dağlarla çevrili olduğunu aklıma bile getirmezdim
diye düşündüm. Ama ben bu denizin dağlarla çevrili olduğunu biliyordum, o an
dağları göremesem de orda olduklarını biliyordum.
Aklıma bir
ay kadar önce parkta yaptığım bir yürüyüş geldi. O gün birden karşıma çok çok
daha geniş bir deniz manzarası çıkınca şok oldum. Önce, demek ki böyle bir
manzara varmış da farkına varmamışım bunca zaman diye düşündüm. Hafızamı
zorladım, yok, daha önce kesinlikle böyle bir manzara yoktu! Sonra içim birden
cız etti, yol boyunca kocaman ağaçlar varmış da onları kesince birden manzara
ortaya çıkmış gibi bir düşünce geçti aklımdan. İçim acıyarak kesilmiş ağaçların
köklerini aradım, kök mök yok. Hafızamı
biraz daha zorlayınca yol boyunca saz ve çalıların olduğunu hatırladım. Onlar
temizlenince manzara birden değişivermişti.
Bunun
üzerine düşündüm biraz; orda olduklarını bilmemize rağmen etraftaki gereksiz
kalabalık yüzünden göremediklerimizi düşündüm. Ne sebeple olursa olsun o an
onları görmüyor oluşumuzun var oldukları gerçeğini değiştirmediğini düşündüm.
Hayat garip
şey. İki hafta önce beni hem çok şaşırtan hem de kahkahalara boğan bir deneyim
yaşadım; ŞİİR YAZDIM. Bunda komik olan ne var diyebilirsiniz. Ben hayatı
boyunca tek bir şiir kitabı almamış, bırakın satın almayı, merak edip birinden
ödünç bile istememiş biriyim. Sağda solda bir yerde karşıma çıkan şiirleri
okumuşumdur belki, anlamadan, havasına giremeden. Hayatta merak etmediğim, ilgi
duymadığım nadir şeylerden biridir şiir. (Oldukça meraklı bir tipimdir
aslında.) Okumam, bilmem, anlamam.
Charles
Bukowski'nin romanından uyarlanan Factotum filmini izlediğim o gece içimden bir
şeyler yazmak gelince oturdum, başladım yazmaya. Kısa süren yazma sürecini
bitirip yazdıklarımı okuyunca dedim ki, sanki şiire benziyor bu! Sabah
yazdıklarımı Nil'e (yazmak için birbirimizi motive ettiğimiz bir arkadaşlığımız
var.) gönderdim. "Şiir mi ne diye isim mi olur, düpedüz şiir bu!" dedi. Ben de o
şiirin ismi değil ,yazının ismi dedim. (Hala kabul edememiştim şiir olduğunu.)
Şiirse ismini sen koy o zaman dedim de, o koydu ismini. O gün durup durup
güldüm kendime, kahkahalarla güldüm. Kısa süre sonra bir şiir daha yazdım, şaka
gibi.
İçimizdeki
zenginliklerin farkına varmıyoruz çoğu zaman. Yıllar boyu gereksiz malzemelerle
o kadar örtmüşüz ki kaynağın üzerini, ordan bir şeylerin yüzeye çıkması uzun
zaman alıyor. Bazen de çıkamadan kaybolup gidiyor o derinliklerde güzelim
zenginlikler.
Alışkanlıklar
üzerine düşünüyorum bir süredir. Ben müzik dinlemeden duramayan insanlardanım,
evde, işte, dışarda, yaşamımın her anında var müzik.Yürürken filan da dinlerim
hep. Bir süre önce (aslında bayağı oldu, ne kadar olduğunu hatırlamıyorum)
kulaklığım arızalandı. Yenisini almaya üşendim. İlk bir kaç gün inanılmaz
zorlandım. İşteki kulaklık sorunu çözdüm bir şekilde ama dışardayken
dinleyemiyordum. Bunu alışkanlıklarımı gözlemlemek için bir fırsat olarak
değerlendirmeye karar verdim ve vazgeçtim kulaklık almaktan. Müzik olmadan yürüdüm
bir süre. O süre zarfında öten kuşları, parkta oynayan çocukları, şehrin sesini
dinledim. Tüm o yürüdüğüm zamanlarda aslında orda olmadığımın, müziğin içinde
kaybolup başka bir yerlere gittiğimin farkına vardım. Alışkanlıklar sayesinde
kendimize sağladığımız sahte rahatlık alanlarının alışkanlıkla ilgili düzen
bozulunca bizi nasıl sıkıntıya soktuğunu gördüm. (Kahve içemediğim zamanlarda
hissettiğim yoksunluk duygusu gibi.)
Gözlemimden
yaptığım çıkarım şöyle; insan alışkanlık yoluyla kolayca pek çok şeye
bağımlılık geliştirebiliyor ancak aynı kolaylıkla değişik koşullara uyum da sağlayabiliyor.
Çıkarımı yapıp dersimi aldıktan sonra sık sık kendimi 'biri bana kulaklık
hediye etse ne güzel olur 'diye düşünürken yakalamaya başlamıştım ki evren!den cevap geldi. Hediye değil ama
tahmin etmediğim bir yolla kulaklık geldi bugün, çok mutlu oldum. Akşam uzun
zaman sonra müzik dinleyerek yürüdüm ve bundan büyük keyif aldım. Neden bu
kadar korktuğumuzu bilmiyorum ama değişim güzel şey. Her zaman yaptığımız şeylerden
vazgeçip arada bir değişik bir şey yapmak iyi geliyor, farkındalık sağlıyor ve
kısır döngülerden koruyor bizi. Bir de çaba gereksiz bir şey mi diye düşünmeden
edemedim; ister ve sabır gösterip beklersek isteklerimiz gerçekleşir mi acaba?
Son bir şey
daha; kulaklığın gelişine bu kadar sevinmem bazı kişileri çok eğlendirdi, bu
kadar küçük bir şeyden mutlu olmamla dalga geçtiler. Dün daha da küçük bir
şeyden mutlu olmuştum, onunla da dalga geçmişlerdi. Küçük şeylerden mutlu
olmanın insanları neden rahatsız ettiğini anlayamıyorum bir türlü. Acaba
etraflarında mutlu olabilen insanları görünce mutsuzluklarını hatırlıyorlar da,
bu duyguyla baş edebilmek için küçük görmeye, dalga geçmeye mi çalışıyorlar?
Neyse, neyi niçin yaptıkları onların sorunu.
Çıkarımını
yapmış, kulaklığını takmış mutlu kız iyi geceler diler...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder