O gün hangi
gün acaba? Bana kalırsa Cuma. Nüfus çoğunluğunun
Müslüman olduğu bir ülkede yetişmiş biri olarak Cumanın kutsal bir gün olduğu hafızama
kazındığından mı, ertesi gün Cumartesi dolayısıyla tatil olduğundan mı bilmem
çok severim ben Cumaları. Cuma hayırlıdır ne de olsa.
Bugün Cuma,
hem de 13.Cuma, üstelik de dolunay zamanı. Ne olmuş yani diyebilirsiniz. Siz
13.Cuma filmini izlediniz mi? O filmi izlediğim geceyi hiç unutmuyorum. Mevsimlerden
bahar, günlerden Cumaydı, ben çocuktum. Çocukların çoktan yatması gereken bir
saatte televizyonun karşısına kurulmuş TRT’de yayınlanan (O zamanlar başka
kanal yoktu zaten) filmi gözlerim korkudan fal taşı olmuş, kalbim heyecandan
deli gibi atarak izlemiştim. Bıçağı ranzanın altından soktuğu o sahne, ahhh.
Filmi izlerken çişim gelmiş, o zamanlar dışarda olan tuvaletimize gitmek üzere
yalnız başıma dışarı çıkmıştım. Eve dönüşte bahçedeki elektrik kabloları kısa
devre yapıp ateş çıkarınca kalbim duracak gibi olmuştu korkudan.
Bugün ay
dolunay, duygular yoğun, duygular coşkulu, duygular sabırsız, olsun diyor bir
an önce ne olacaksa. Suçlu dolunay mı? Her şeyin sorumlusu başka bir şey, başka
biri, başka bir olay değil mi zaten? Bugün inatçıysak, bencilsek anne babamız,
matematikte başarısızsak matematiği bize sevdiremeyen öğretmenimiz, işimizden
memnun değilsek bize hak ettiğimiz maaşı vermeyen patronumuz, mutsuzsak bizi
anlamayan sevgilimiz, içimiz sıkılıyorsa
dağılıp gitmeyen gri bulutlar, başımız ağrıyorsa sıcak hava yüzünden hep. Zaten
arıza insanlar da bizi buluyor her daim. Sorumluluğu üzerimizden atarak
rahatlayacağımızı düşünmek ne büyük yanılgı. Hayatımızdaki olaylarda elbette dış
koşulların, diğer insanların da etkisi var ama rahatsızlığımı dışımdakilere
bağlayıp olayı çözümsüz hale getirmektense konunun benim bakış açımla alakalı
olduğunu kabul etmeyi tercih ediyorum ben. Bu sebeple diyorum ki, ey dolunay bırak
içimi bulandırmayı J
Farkındayım,
hayatımda bir şeyler değişiyor ama aksi düşünülebilir mi? Durağan, değişmeyen
bir hayat mümkün mü? Aynı ırmakta iki kez yıkanılır mı? Zamanında dolabımdaki
fincanların yerini bile değiştirmezdim. Zannederdim ki; dolabımdaki fincanın yeri aynı olduğu sürece,
ben her elimi attığımda onu nerde bulacağımı bildiğim sürece güvende
olacağım. Hâlbuki hayatta garanti olan ne
var? Liseden kalma pantolonlarım olmasa o yılları yaşadığımın bir kanıtı
olmayacakmış gibi gelirdi. Olmasaydı ne olurdu? Hayat değişiyor, ben değişiyorum. Ve şimdi
teslim oluyorum, bırakıyorum, değişmesi gereken ne varsa değişsin. Amaca hizmet
etmeyen ne varsa bitsin, gitsin. Üzülmüyorum. Biliyorum ki her bitiş yeni bir
başlangıç. Yeni bene evriliyorum. Benimle kalması gerekenler benimle olacaklar
zaten biliyorum.
Sabah
arkadaşım sadece vergisi milyon lirayı geçen bir işlem yapıyordu. Dedi ki; o
milyon lirayı kendi hesabıma aktarsam, sonra da kıvırsam yanlışlık oldu diye.
Milyon liran olsa açıklama yapmak için burda durur musun ki dedim. Benim milyon
liram olsa bu ofiste olmazdım. Sonra düşündüm, bu milyon liralara sahip
insanlar var ve hiçbiri bir yere gitmiyor. Uzun saatler çalışıyorlar, iş
seyahatlerine çıkıyorlar, belki ailelerini yeterince görmüyorlar, belki
sağlıklarından oluyorlar. Ne için? Düşündüm milyon liram olsa ne yaparım.
Seyahat, seyahat, seyahat. Aklıma başka hiçbir şey gelmiyor. Dünyayı gezmek,
başka âlemleri keşfetmek. Peki bunu yapmak için milyon liraya ihtiyacım var mı
gerçekten? Beni durduran ne? Zihnimdeki kafesten başka bir şey var mı?
Kafeslerimizin pek de farklı olmadığını fark ettim. Onlarınki biraz daha geniş
görünüyor sadece.
Âlemin
sırrına erecek değilim bu dolunay. İçimdeki coşku hayır olsun diyorum sadece.
Kocaman bir HOŞGELDİN diyorum gelene ve sevgiyle gönderiyorum gidenleri,
hoşçakalın…
Hayırlı
Cumalar herkese.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder