28 Şubat 2019

İyi ki varım (Dikkat!Ölüm tehlikesi)


Dün sinema çıkışı parkta yürüyordum. Sinemaya gitmek gibi bir niyetim yoktu hiç aslında. Günlük olağan rutinimin sonlarında yayılmış kahvemi yudumlayarak kitabımı okurken telefon çaldı. Arkadaşım sinemaya gideceğini söyleyerek sinemada buluşmayı önerdi, 40 dakika sonra! Konuşma saniyeler sürdü, hiç düşünmedim. Komutanından emir almış asker ciddiyetiyle hızlıca hazırlanıp kendimi otobüse attım ve tam filmin başlama saatinde sinemaya vardım.

Arkadaşım da benim gibi sanata düşkün birisi. Bu arkadaşımla defalarca sinemaya, konserlere, galerilere gitmişizdir. (Hatta beni resim kursuna gitmeye bile ikna edebilmiş birisidir kendisi!) Tüm bunları yaparken gördüğümüz veya göreceğimiz eser hakkında uzun uzun sohbetler etmiş, tartışmışızdır ancak hayatta tek bir şey, tek bir ilişki yok ki değişime tabi olmasın. Arkadaşım önce ikiz ardından bir çocuk daha doğurduktan sonra vakit geçirme süremiz ve biçimimiz doğal olarak değişti. Artık kısıtlı zamanlarda buluşup fazlaca vakit geçiremeden, eğer evine gittiysem çocuklar sebebiyle pek konuşamadan ayrılmak zorunda kalıyoruz.

Filmin uzun olması sebebiyle çıkışta arkadaşım hemen eve dönmek zorunda kalınca ben de otobüse binmeyip eve yürüyerek gitmeye karar verdim ve dümenimi parka kırdım. İlişkimiz yasak bir aşk gibi geldi birden. O bulabildiği kısıtlı zamanlarda beni arıyor, ben de koşa koşa O’na gidiyordum ancak tatmin olacak kadar beraber vakit geçiremiyorduk. Artık hoyratça harcanacak saatlerimiz yoktu ve bu da bizi sahip olduğumuz her dakikanın kıymetini bilmeye itiyordu. Kafamda kurduğum bu “yasak aşk” ilişkisinden heyecanlandığımı fark edince gülmeye başladım.

Yürüdüğüm park şu an yaşadığım yere taşınmadan evvel 13 yıl yaşadığım mahalleye yakın bir yer olduğundan parkla ilgili pek çok anım mevcut.  Yürürken bu anılardan bazıları hafızama akın etti. AKM binasını görünce film izlediğim arkadaşımla sabahtan akşama film kovaladığımız Altın Portakal günleri geldi aklıma. Zaman uçuyor.

Lafı çok uzattım. Kulağımda müzik, hafif soğuk hava, burnuma gelen çiçek kokuları, tepemde uçan 3 tane kuş, biraz uzakta gözüme ilişen deniz derken tüm duyularımın yoğun olarak farkına vardığım bir anda yukarıdaki yazıyı gördüm. Kalp “İyi ki varım”. İçimden tekrar ettim; “İyi ki varım.” Yazı elektrik trafosunun üzerine yazılmıştı. Genelde bu tarz yerlere yazılan “Dikkat! Ölüm tehlikesi” cümlesi geldi gözümün önüne, kuru kafa etrafında çakan şimşeklerle beraber.  Ne kadar ironik diye düşündüm. Belli ki yazarımız hınzır biriydi; ölüm tehlikesinin bulunduğu bir yerde varlığından duyduğun memnuniyetten daha önemli ne olabilirdi ki?  O anda “Dikkat! Ölüm tehlikesi” dehşet veren bir ifade olmaktan çıkıp yumuşak bir hatırlatma olarak zihnimdeki yerini aldı.

Size de oluyor mu bilmem; bazen bir an geliyor ve hayat elindeki son parçasını yerleştirdiğin bir bulmaca gibi çözülüveriyor gözünün önünde. Bu tarz anların kelimelerle tarifi çok zor. Geçen gün kendisi de yoga eğitmeni olan bir arkadaşımla konuşuyorduk;  buna benzer bir şey anlatmaya çalışırken resmen kelimelerle boğuştuğunu görebiliyordum. Ne dediğini anlamaya çalışırken aklıma bir an geldi. O zamanlar vaktimin çoğunu kapalı bir ortamda, bilgisayar karşısında geçirdiğim düzenli bir işte çalışıyordum. O havasız ortamdan bir nebze de olsa uzaklaşmak adına öğle aralarımı fabrikaların arasında yürüyerek, ağaçları, kuşları izleyerek geçiriyordum. O yürüyüşlerden birinde, yol kenarında, akşam yağan yağmurdan kalma küçük bir su birikintisi gördüm.  O küçük, çamurlu su birikintisinde bulutların yansımasını gördüğüm an bir şey oldu, içimdeki her şey yerli yerine oturdu. O saniye tüm evrenin bilgisine vakıf olmuştum sanki işte buydu! Elma ağacı altında oturan Newton, hamamdaki Arşimettim; Evreka! Elbette birkaç şiirsel ima dışında bundan kimseye bahsetmedim; maazallah, deli deyip tıkıverirler içeri! Karşımda çırpınıp duran arkadaşımı gördüğümde anlatma zamanının geldiğine karar vererek bu anı onunla paylaştım. Gözlerindeki parlamayı nerde görsem tanırım; yaşasın yalnız değilim.

Her savasana sonrası hakikate küçük bakışlar atıyor olsak da herhangi bir çalışma yapmadan, beklenmedik, bir anda beliriveren,  ayan beyan yaşadığımız bu anları başka bir yere koyuyorum. Su birikintisinden yıllar sonra bu güzel bir sürpriz oldu benim için. İnsan evladı bu kadar saçmalıyorsa bilin ki ölümlü olduğunu unuttuğundan. Bence bu hatırlatmayı sık sık yapmalıyız kendimize; Dikkat! Ölüm tehlikesi. Hepimiz bir gün tadına bakacaksak ölüm denen bu şeyin, bir an önce yaşamaya başlasak iyi ederiz.

Yoga yapmaya başladıktan sonra duyusal algılarımda ciddi bir değişiklik oldu. Bunu ilk olarak 2014 senesinde fark ettim. Bugün baktığımda “HD ye geçmek” olarak tanımlayabileceğim bir dönem geçirdim o sene. Renkler daha parlak ve her tonunu tek tek ayırabileceğim kadar ayrıntılı, kokular daha yoğun,  yediklerim inanılmaz lezzetli, tenim her türlü titreşime hassaslaşmış bir haldeydi. Duyduğum kuş seslerini ayırt edebiliyordum. Tüm evren benimle konuşuyormuş gibi hissediyordum (Hayvanlar, ağaçlar). İşte o dönemden sonra görüş alanım da inanılmaz genişledi.

Dün yolda yürürken göz hizamdan çok çok yüksekteki bir ağacın tepesinde duran kuşun ağzındaki çırpının farkına varınca içimi bir sevinç kapladı. Şehrin orta yerinde, yoldan vızır vızır arabaların geçtiği, etrafın yüksek apartmanlarla çevrili olduğu o ortamda dikkatim kesinlikle başka bir yerdeydi. Gözüm yükseklerde arkadaş!

Tüm bu aydınlanmaları yaşarken acayip bir müzik dinliyordum. Birbirimize bu kadar ilham olabilmemiz sizce de inanılmaz değil mi? Duyduğumuz bir müzik, okuduğumuz bir kitap, izlediğimiz bir film bizi yaratmaya, üretmeye teşvik edebiliyor. O müziği dinlerken eve koşup o müziği kullandığım bir yoga videosu çekme, oturup bir şeyler yazma isteği yükseldi içimden. Öte yandan bazı müzikler de var ki bizi dibe çekip zavallı hissettiriyor, bedenimize zarar verme isteği yaratabiliyor. Notalar değişmiyor, aynı ancak onları hangi ruh haliyle ve nasıl bir araya getirdiğimiz muazzam önem taşıyor. Hiçbir şey mutlak bir şekilde iyi veya kötü değil, her şey olduğu gibi sadece. Tıpkı bizim gibi.

Yürürken özgürlük fikri geldi aklıma. Özgürlüğü dışarda, ancak belli şeyleri bırakarak ya da bir yerlere giderek elde edebileceğimizi düşünmek ne büyük yanılgı. Özgürlüğümüzün önünde kendimizden başka bir engel yok. Kafesi etrafımıza kendi düşüncelerimizle örüyoruz ve sonra da o kafesten çıkmak için çırpınıp duruyoruz. İlk önce kafesin orda olmadığının farkına varmamız gerek galiba.

Tüm hayatı dünkü yürüyüş süresince yaşayabildiğim gibi yaşayabilmenin mümkün olmasını çok isterdim. Dikkatimi sadece etrafımda olanlara verebilmek, tüm duyularımdan gelen bilgilerin rehberliğinde içinde bulunduğum anı tüm netliğiyle kavrayabilmek. Belki bir gün.

Burda olmak, tüm bunları deneyimleyebilmek gerçekten muhteşem. Burdayım, burda olmayı hak ediyorum, burda olmayı seviyorum. Can-ı gönülden söylüyorum: İyi ki varım. Ve sen oradaki, iyi ki varsın. Sen olmasaydın dünya eksik olurdu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder