24 Şubat 2019

Aydınlana aydınlana


Sevgili Okur,

Kimsin, ne kadar okursun, neler okursun bilmiyorum ama şu an burda olduğuna göre yazdıklarımın sana ulaşması gerekiyor. Yogayla tanıştığım günden beri hayatım küçük büyük aydınlanmalarla geçiyor ve ben bu aydınlanmaları (bilinçli olarak değil) bir süre kendime saklayıp içimde öğüttükten sonra bir şekilde yazıya döktüğümü fark ediyorum.  Bunu herkese açık olan blog yazılarımı ve instagram paylaşımlarımı kastederek söylüyorum elbette.  Yoksa aydınlanmalarımı doğrudan kaydettiğim, yazma sıklığım sebebiyle “günlük” diyemeyeceğim bir defterim her zaman mevcut.  Demem o ki; bu yazı halka açık hale geldiyse birazdan paylaşacaklarım içimde epeyce yer etmiş demektir.

Bu aydınlanmalar benim için büyük insanlık için küçük gibi görünebilir ama inan öyle değil. Bunları yazan ben ve okuyan sen  (yani her ikimiz de) “insan” olduğuna, her insanda insanlığın her hali mevcut olduğuna ve  “insanlık” insanlardan oluştuğuna göre aydınlanmalarım pekala devasa öneme sahip olabilir insanlık için.

Tüm bu büyük lafları ederken birazdan ne yazacağım hakkında en ufak bir fikrim olmadığından emin olmanı isterim. Sadece parmaklarımı idare eden ilahi güce güveniyorum.  Haydi başlayalım.

İlk olarak hayallerini yıkarak başlamak istiyorum işe; ilham perisi diye bir şey yok!

Bunu uzun zamandır biliyorum aslında. Yazmayı çok seven biri olarak yıllarca kendimi ilham perisinin varlığına inandırdım. O peri ki “bir gün” sol omzuma oturup “yaz kızım” diye kulağıma fısıldayacak, ben de bilgisayarın başına oturup  tıkır tıkır koca bir romanı yazıp bitirecektim.  Tahmin edersiniz ki öyle olmadı (olmuyor)! Bir yerde okumuştum; yapmaktan en çok korktuğumuz şey yapmaya en çok ihtiyacımız olan şeymiş. İtiraf ediyorum; yazmaktan ölesiye korkuyorum. Neden bilmiyorum. Belki de yazarken kendimi çırılçıplak hissetmemdendir çünkü yazarken hiçbir şeyi saklayamıyorum.  Görmekten, duymaktan ve bilmekten çekindiğim her şey birden karşıma dikiliveriyor.  Yazarken her şey  “gerçek” oluyor. Bu sebeple yazma isteği içimde dayanılmaz hale gelene kadar kaçıyorum bu histen. O his geldiğinde de hemen oturup yazmak lazım; dur şunu da yapayım, bu da bitsin dersen yazına veda edebilirsin. Tüm “o şeyler” bittiğinde oturduğun an aklına yazacak tek şey gelmeme ihtimali çok yüksek.

Kışın gelmesiyle beraber sabah pratiğim biraz geç saate taşındı. Yataktan kalktığımda hava aydınlanmaya yüz tutmuş veya aydınlanmış oluyor. Haliyle ne yaptığım yoga ne de meditasyonum beni “yeteri!” kadar (neye göre?) tatmin etmiyor. Uzun bir aradan sonra bu sabah daha ezan okunmadan uyandım. Ah  sabahın bu saatleri! Günün en güzel saatleri bana göre.  Meditasyondayken kapalı gözlerimin ardından günün aydınlandığını hissetmek gibisi yok. Bu sabah bir de ek olarak üzerime kelimeler yağmaya başlamasın mı? Amanın, şimdi ne yapmalı?  Kalkıp bilgisayarın başına geçip kelimeleri yazıya mı dökmeli mi yoksa oturup meditasyona devam mı etmeli? Büyük dilemma.  Hayatımız tamamen yaptığımız seçimlerden oluşuyor. Sadhanamı yazıya tercih ederek oturmaya devam ettiğimden kalkıp yazmaya başlasaydım neler çıkabileceğini hiç birimiz bilemeyeceğiz. (O yüzden diyorum o his geldiğinde hemen yazmak lazım diye) Meditasyonun ardından yogamı yaptım ve mantra söyledim. Kendimi oldukça tatmin olmuş hissettim. Güzel bir kahvaltı, ardından kahvemi içerken kitap okuma derken günlük olağan rutinimi tamamlayıp yazının başına geçene kadar vakit öğleni buldu. Sonuçta belki aynı kelimeleri değil ama bazı kelimeleri yazıyor olduğuma göre yaptığım seçimden pişman değilim hakim bey.

İlham perisine geri dönecek olursak; elimizde hiç kalmadı, onun yerine her gün düzenli çalışma verelim.  Kolay değil mi diyorsunuz? Kimse kolay olduğunu söylemedi. Formül basit, her gün otur yaz. Ben yazı yazmıyorum ki, tüm bunlardan banane diyebilirsiniz. Hemen kestirip atmayın; bunu her şeye uygulayabilirsiniz. O boş tuvalin karşısına oturmadıkça resim kendiliğinden orda belirmeyecek, gitarı eline almadıkça notalar kendini bestelemeyecek. Sanatçı ruhlu biri olmadığını mı düşünüyorsun; sağlıklı beslenmeyip hareket etmedikçe fazla kilolarından kurtulamayacaksın, ölesiye sıkıldığın işinden ayrılmadıkça aslında ne yapmak istediğini bilemeyeceksin, neden sürdürdüğünü bilmediğin ilişkinin içinde kalmaya devam ettikçe kendini tanıyamayacaksın. Sihirli değnek yok. 1.bombayı patlatıyorum; dışarda seni “kurtaracak” biri yok. Asıl ve daha önemli 2. Bombayı patlatıyorum; kurtarılacak biri de yok. Aciz, mağdur, kurban, defolu, kırık, bozuk, onarılması, düzeltilmesi, değişmesi gereken bir şey değilsin sen. Olduğun halinle mükemmel ve sevilesi bir insansın ve acı çekmek için burada değilsin. Sadece kim olduğunu ve neden  burda olduğunu bilmen gerekiyor. Bu bilme zihinsel değil içsel bir bilme.  Bu içsel bilme haline gelmek için yeni bir şeyler bilmene gerek yok, aksine işin sırrı bildiklerini unutmaktan geçiyor.  Elbette bu yolda ilerlemek için bir takım yöntemlere ihtiyaç duyabilirsin.  Ne o yöntemler dersen ben kendi tecrübemden yoga ve meditasyon derim ancak tek bir yöntem yok.  Yakın bir arkadaşım var, pozitif bilim ve zihinle kavranan şeyler dışındaki pek çok şeye dudak büker, fasa fiso der, nasıl bildiğini bilmiyorum ama O da biliyor mesela.  (O da yazı yazan birisi)  Demem o ki; bilmek için Hindistan’a gitmene, yoga yapmana gerek  yok (Ben yine de yapmanı tavsiye ederim o ayrı ) Bu dünyada kaç milyar  insan varsa o kadar yöntem  olduğuna inanıyorum. Biricik ve eşsiz bir varlıksın. Yaparken zamanı, yemeyi, içmeyi unuttuğun ne var? Onu yap. Düzenli olarak yap ve herhangi bir sonuç beklemeksizin yap. (Ve hayır, bilgisayar oyunu oynamaktan bahsetmiyorum!)

2. Aydınlanmama geçiyorum. İhtiyaç duyduğun bilgi içinde.

Her yılın kendine göre bir teması var; bu yılın ki arınma ve harekete geçme bana göre. 2019’a hasta başladım.  Grip, virüs sebebi nerdeyse 10 gün ölü gibi yattım. Sonrasında duygusal bir sarsıntı yaşadım. Dürüstlük, şüphe, güven gibi kavramlar dikkatime çekildi. 7 yıl önce bu kavramlarla ilgili ciddi bir sınav vermiştim. İşin aslı ben sınavı verdiğimi düşünmüştüm ancak aynı yerden geldiğine göre demek ki verememişim. Bunu görüp kabul etmek bayağı zorladı. Sonra 7 sayısı dikkatimi çekti. Hayatımda 7 yıl arayla bir şeyleri değiştirdiğimi fark ettim. 7 yıl rehberlik yaptıktan sonra bırakıp 7 yıl dış ticaretle uğraşmıştım. Yoga da tam 7 yıl önce hayatıma girmişti. Bu ilginç saptamayı yaptıktan 1 ay kadar sonra Estes’in Kurtlarla Koşan Kadınlar kitabında şu cümleyi okudum; Her yedi yıllık dönem belli bir yaşantı ve ders kümesini temsil eder. Yedi erginlenmenin sayısıdır.” (Bu kitabı tüm kadınlar okusun, hatta erkekler de okusun.)  Ben de derslerimi tekrar ediyordum.  Hemen ardından uzun zamandır arzuladığım bir şeyin belki de asla gerçekleşmeyebileceğini öğrendim. Hayat kesinlikle beni sınıyordu, tıpkı 7 yıl önce sınadığı gibi. Ancak bu sefer geçen seferkinden biraz daha farklıydı, ben daha donanımlıydım. 7 yıldır hayatımda olan yoga karşıma çıkan tüm olaylarla baş etmekle ilgili müthiş yetenekler kazandırmıştı bana. Son derece kırılgandım ancak bu kırılganlık bana müthiş bir güç veriyordu. Zeyna  gibi olan bu halimden gurur duydum. Korkmuyor değildim ancak korkuya rağmen hareket etmeyi başarabiliyordum.  Bu sarsıntı beni bir takım kararlar almaya itti ve biri bedenimi diğeri enerji alanımı temizlemek adına 2 şeyden 40 gün boyunca vazgeçmeye karar verdim. Şu an yolu yarıladım. Geçen gece rüyamda niyetimi bozmam için acayip cazip bir teklif gelmesine rağmen kabul etmedim. (Hayatınızda en beğendiniz ve beraber olmak istediğiniz kişiyi düşünün, o kişi size geliyor ve sizinle olmak istiyor ve siz hayır diyorsunuz. Bunun gibi bir şey. ) Rüyada bile olsa; irade 1 arzu 0.

Buraya kadar olan kısım arınmayla ilgiliydi; yüzleşemediğimiz duygularımızı görme, kabul etme, kendimizi ve diğer kişileri affetme, eskiden kalan tortuları temizleme ve bedensel arınma. ( Bedensel arınma kısmına bu 40 gün bittikten sonra başka konularda da devam etme kararı aldım.)

Gelelim harekete geçme kısmına; harekete geçip ne yapacağız, devrim mi? Belki de evet, kişisel bir devrim bahsettiğim. Belki siz de benim gibi ne istemediğini çok iyi bilmesine rağmen ne istediğini bir türlü bilemeyen insanlardansınızdır. (Can yoldaşlarım benim, sokulun şöyle yamacıma.) Hatırı sayılır sayıda yılımı ne istediğimi bulmaya vakfetmiş biri olsam da pek başarılı olduğumu söyleyemem. Zira istek (arzu) dediğimiz şey doğası gereği sürekli değişen bir şey. Burda bahsettiğim şey bu tarz isteklerden biraz daha farklı; çok iddialı olmayacaksa” yaşam amacı “ gibi bir şeyden bahsetmek istiyorum. Ve harekete geçeceğimiz konu da bu yaşam amacını yürürlüğe koyma.

Yıllardır değişik yerlerden pek çok mesaj alıyorum. (Kulağa çılgınca gelebilir ama doğru.) 2015 yılının sonunda Işığını Parlat diye bir yazı yazmıştım. O yazıyı yazdıktan 6 ay sonra düzenli işimden istifa ettim, evimi bıraktım ve sırt çantamı alarak yollara düştüm. O zamandan beri “düzenli” bir işim, gelirim ve sigortam yok. Yoga dersi vermekten başka hiç bir iş yapmıyorum, geçimimi bundan sağlamaya çalışıyorum ve verdiğim bu karardan şüphe ya da pişmanlık duyduğum bir an bile olmadı. (ÇALIŞIYORUM kısmını özellikle vurgulamak istiyorum zira metrekareye düşen yoga öğrenci sayısının yoga öğretmen sayısından çok daha az olduğu günümüzde insanların “yogadan para kazanma” gayesiyle işlerinden ayrılmalarını enteresan buluyorum. İnstagramda gördüğünüz yogadan büyük paralar kazanan, bazı spor giyim markalarının temsilciğini yapan birkaç kişi sektörün gerçeğini yansıtmıyor. Yogayı bir  “hayat yolu” seçmekten başka bir sebeple mevcut olan işinizden ayrılıp yoga eğitmeni olmak istiyorsanız yol yakınken dönün derim. Sadece yoga öğreterek geçiminizi sağlamak hiç de kolay bir iş değil. En azından birkaç sene. )

Ne diyordum, mesajlar. Yıllardır mesajların gelmesine rağmen 2019 yılında aldığım mesaj sayısı inanılmaz. Önüm, arkam, sağım, solum mesaj. Bunların bir kısmı doğru yolda olduğumu söyleyen onaylayıcı mesajlar; öğretmem, bilgiyi aktarmam, paylaşmam yolunda. Bir kısmı da yaratıcılığımı kullanarak harekete geçmem konusunda. Ne yapmak üzere? Bilmiyorum. Burdaki “yaratıcılık” kelimesi oldukça ironik. Zira benim “yaratıcı biri olmadığım” konusunda nerden geldiğini bilmediğim çok ciddi bir kök inancım mevcut. Yaratıcılık 2. Çakra olan Svadisthana’nın konusu ve enteresandır ki hayattaki tüm sınavlarım bu çakranın konularıyla ilgili. Bu kadar bilgi ne işine yarıyor diye soruyorsanız şu an için HİÇ.

Hal böyle olunca kendimi daha bir açtım mesajlara, belli ki geliyorlar ama şifreyi çözmede sıkıntı var. Bir takım kartlar aldım kendime yol göstersin diye. O kartlar vesilesiyle birkaç gündür önüme sürekli “yaratıcı yazarlık” geliyor , ben de gülüyorum.  Aslında son birkaç gündür bayağı gülüyorum. Öyle yüz hatlarında hafifçe değişime yol açan gülümseme gibi değil; karnımın derinliklerinden, gürül gürül, kahkahalarla, gülme göz yaşlarına dönüşene kadar, o derece. Sebebi bu ara okuduğum bir kitap. Yazarının otobiyografi ya da anı kitabı olduğunu kesinlikle reddettiği bir yaşam öyküsü; ismi Tibet Şeftali Turtası. Tom Robbins kitaplarını okuduysanız yaratıcı yazarlık ne demek iyi bilirsiniz. O nasıl bir hayal gücü öyle! Kendi yaşamından bahsettiği bu kitabı okurken adamın yazar olmak için doğduğunu çok net olarak görebiliyorum; buraya bunun için gelmiş. Hayat amacı diyoruz ya; işte onun ki bu. İşte böyle bir adamın kitabını okurken karşıma çıkan “Yaratıcı yazarlık” mesajına da gülmeden edemiyorum, yaratıcı yazarlık mı? Ben mi? Ha ha haaaaaaaaa

Peki, ya düşündüğümüz kadar zor değilse? Hepimiz yaratanın bir parçası değil miyiz? O zaman bu “yaratıcılık” ın bizde de olmasından daha doğal ne olabilir? Yaratıcılığı kendimize yakıştıramayışımızın sebebi reddedilme, beğenilmeme, onaylanmama, yeterince ….. olmama korkumuz olabilir mi? Bence düşünmeye değer.

Ne konuda harekete geçeceğimi, ne yapacağımı bilemediğim için kendimi mesajlara açtım dedim ya, bunu dışardan beklemekte bir şekilde yanılsama. Nitekim almam gereken mesajı kendime dün verdim. Hayatında ilk kez yoga yapmaya gelmiş, düşüncelerini dışardan okuyabileceğim kadar endişeli bir gençle verdiğim ders sonrası konuşuyorduk. Yaptığı yanlış seçimlerden dolayı çok kaygılandığını, ne yapması gerektiğine bir türlü karar veremediğini söyledi. Sonra şöyle bir ses duydum; “Bilgiyi dışarda arama, ihtiyaç duyduğun bilgi içinde. İçinden gelen sesi dinle…” O ses benimmiş meğer.

Buraya kadar gelebildiysen azimli bir okuyucu olduğunu kanıtladın, tebrik ediyorum. Bende aydınlanmalar bitmez, arada uğra yine.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder