10 Ocak 2017

Gadisar Gölü’nden Evrene Yolculuk

Bugün bir garip haller var üzerimde, evrenin sırrına ermiş gibiyim. Göle gitmek üzere otelden çıkıyorum. Dilimde bir şarkı “ Hey hey, I saved the world today, everybody’s happy now, bad thing’s gone away...”

Beş dakikaya varıyorum göle, güneşin batmasına var biraz daha. Oturmayayım diyorum yürüyeyim biraz. Tozlu yoldan gölün diğer tarafına doğru yürümeye başlıyorum. Hemen biri Namaste diyerek yanıma yanaşıyor,  gençten bir çocuk. Nasılsın muhabbetinden sonra bir restorandan bahsediyor, ilgilenmediğimi söyleyerek yoluma devam ediyorum. Gölün etrafındaki envai çeşit kuşu izliyorum hayranlıkla, gözüm yükseklerde. Yerdeki pembe çiçekler dikkatimi çekince çömeliyorum, o kadar küçük, o kadar narinler ki, çöl gibi yerde nasıl yerden bitmişler şaşıp kalıyorum. Renkleri inanılmaz canlı. Aynı çocuk yanıma geliyor yine. Ne kadar zamandır burdasın diye soruyor, 3 hafta diyorum. Kısa süreli gelen turistlerden olmadığımı anlıyor. Nerde kalıyorsun diye soruyor, söylüyorum. Otelin sahibinin adını söylüyor, küçük yer tabi, herkes birbirini tanıyor. Birkaç soru daha soruyor, cevaplıyorum sıkılmadan. Gözüme oturacağım bir yer kestirip çocuğa dönerek kusura bakmazsan kendimle kalmak istiyorum biraz diyorum, tabi deyip gidiyor hemen.

Oturuyorum taşın üstüne. Batmaya başlayan güneşin renkleri boyuyor gölü boydan boya. İçimde tarifsiz bir huzur var. Uzun zamandır kafamda soru işareti olarak duran bir mevzunun cevabı net olarak karşımda hem de hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde, malum olmuş gibi. Hani geleceği kimse bilmiyor ya; o an geleceği görüyorum sanki. Ah diyorum, nasıl da yormuşum kendimi bunca zaman düşünerek, içime baksaymışım ya, işte orda duruyor! İzliyorum; gölü, batan güneşi, kuşları, gölde tekneyle gezen insanları, içimi…

Şarkı değişiyor, caza dönüyor, My funny Valentine… Mırıl mırıl mırıldanıyorum. Şarkının her bir notası bedenimde titreşiyor, ordayım, tarifi imkânsız olan o yerde. Yürümeye başlıyorum tekrar, güneşi tam karşıda batıracağım o noktaya doğru. Oturuyorum varınca. Kordan dev bir top karşımda, onun karşısında da dolmaya meyletmiş ay duruyor. Sevdalı iki âşık birbirine bakıyor, ben onlara bakıyorum, bakışıyoruz. Batan gün ne güzel…

Güneş gözden kaybolunca dönüş yoluna geçiyorum. Tapınaktan gelen sesler yolumdan çeviriyor, yönümü değiştiriyorum. Girişteki köpek yavrusunu görünce eğiliyorum yere. Öyle zayıf ki, kemikleri sayılıyor. Aç olan bedeni değil de ruhuymuş gibi sevmeye başlıyorum, başını okşuyorum. Gözlerimin ta içine bakıyor sanki ruhumu görmek istiyormuş gibi. Ben de onunkilere bakıyorum, tanışıyoruz sanki önceden.

Tapınağa doğru yürüyorum, çan ve ilahi söyleyenlerin sesi çınlıyor dört bir yanda. Din, dil önemsizleşiyor, herkes aynı yaratana dua etmiyor mu sonuçta? İçim ilahi duygularla dolup taşıyor. Tapınağın önünde duran bir adam elindeki kovadan göle bir şeyler fırlatıyor. Yaklaşınca adamın attığı şeyi yakalamaya çalışan kocaman balıkları fark ediyorum.


Göle yansıyan grubun rengi, kuşlar, balıklar, köpekler, insanlar, çan sesleri, dualar. Evrene canlı bağlanıyorum…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder