Yeni ay etkileri nasıl gidiyor? 23 Şubat’ta Balık burcunda bir
yeni ay gerçekleşti. Ay, güneşle dünya
arasına girdiği için bize görünen yüzü ışık alamadı, gökyüzü karardı.
Yeni aylar beni dolunaylardan daha fazla etkiliyor. Sebebini bu
yeni ayda çok daha iyi anladım; gökyüzünün zifiri karanlığı beni kendi
karanlığıma götürüyor.
Bu dünyada her şey zıddıyla mevcut, aydınlığa giden yol
karanlıktan geçiyor. Karanlığa bakış da kolay iş değil; çokça cesaret, sabır ve
güç gerektiriyor.
Yeni ay günü, duygularımın
bulandığı bir anda zihnimde çamur imgesi belirdi. Bakmaya çalıştığım yer bir bataklıktı sanki
ve benim ordan bir şey bulup çıkarmam gerekiyordu. Sonra ardından lotus çiçeği geldi aklıma. Lotus
ülkemizde yaygın olarak görülen bir çiçek olmamasına rağmen birdenbire zihnimde belirmişti. Bu elbette
bir tesadüf değildi. Lotus çiçeğinin Hindistan
ve Uzak Doğu’dan gelen pek çok
öğretide metafor olarak kullanıldığını biliyordum. İçimden; “ Köklerini çamurda
daha da derine sal Serap, çiçek açabilmen için başka yol yok!” diye geçirdim.
Duygularımın izini sürerek iki gün öncesine gittim. İşte ordaydı. Birinin yaptığım işi
eleştirdiği an içime bir kor ateş gibi düşmüştü. Korun ateşinden sebep önce
kükremiş, zeytin yağı gibi üste çıkmaya çalışmıştım. Tam kendimi haklı çıkarmak
için karşımdakini suçlamaya başlamıştım ki; eleştirinin küçük de olsa haklı
olabileceğini kabul eden yanım suçluluk duymaya başladı. Bu, hazmı öfkeden çok
daha zor olan bir duyguydu benim için. İçimdeki
rahatsızlık dayanılmaz hale geldiğinden karşımdakine “Enerjimizi boşa
harcamayalım!” diyerek konuşmayı bitirdim hemen.
Ertesi gün, konuşma
bitmiş ama içimdeki yankıları bitmemişti. Küçük bir eleştiri canımı neden bu kadar
çok sıkmıştı? Daha önce eleştirildiğim anları düşündüm, hepsinde de çok
sinirlenmiştim. Bu sadece eleştirilmekle alakalı bir konu olamazdı, derinde
yatan başka bir şey vardı sanki.
Kişisel gelişim kitaplarında -ben de dahil olmak üzere yoga derslerinde- sıkça
söylerler; duygudan kaçmayın, onunla kalın. Söylemesi kolay da, yapması! İnsan
böyle bir durumda yaşadığı rahatsızlığı hissetmemek için elinden gelen her şeyi
yapıyor. İlk tepki tanıdık yollarla duygudan kaçış oluyor. Ben de kendimi
yemeğe verdim. Bu farkında olmadığım bir davranış değildi kesinlikle ancak o
anda bunu değiştirecek gücüm yoktu, hızlı bir çözüme ihtiyacım vardı. Tüm
dünyayı bir çırpıda mideme indirdim. (Siz de mutluluğu sık sık pizza ve makarna
yiyerek bulmaya çalışıyorsanız sindirilmemiş duygularınız olması ihtimali
yüksek.)
Hepimizin belli durumlara karşı geliştirdiği savunma mekanizmaları var ve bu mekanizmaların çoğunluğu çocuklukta oluşuyor. Kendimizi yüzleşmeye hazır olmadığımız bir durumla yüzleşmeye zorlamak kendimize zarar vermemize sebep olabilir. Daha gelişmişleri oluşana kadar bu ilkel mekanizmaları arada bir kullanmakta sakınca yok bence (Alışkanlık haline getirmeden elbette). Fırtına kopuyorsa önce canınızı kurtarın, hasar tespitini sonra yaparsınız. Ben de öyle yaptım.
Sular durulduktan sonra, bu sabah okuduğum kitaptaki bir
cümle tüm ışıkları yaktı birden. Eleştirilmek içimdeki büyük bir yarayı
tetikliyordu; yetersizlik. Mükemmeliyetçi
bir annenin çocuğu olarak yaptığım hiç bir şeyin “yeterince iyi” olmadığına inanarak
büyüdüm. Annemin standartlarına ulaşmak
imkansızdı. Kendi dışında hiç kimsenin yaptığı işi beğenmezdi. Her şey onun
istediği zamanda, onun istediği şekilde yapılmalıydı. Bu imkansız olduğu için; ne yaparsam yapayım onu
memnun edemediğimi hissederdim küçükken.
Aynı mükemmeliyetçiliğin bende de yerleşmiş olduğunu anlamam
yıllar aldı. Kimsenin yaptığını beğenmemem sebebiyle her işi kendim yapmaya
çalışıyordum. Yardım almak asla bir seçenek değildi! Hiç unutmuyorum; çalıştığım iş yerinde bana yardımcı olması için
bir eleman almışlardı. Adam o kadar baştan savma (Bana göre elbette.) iş
yapıyordu ki; kendi işlerimi bitirdikten sonra onun yaptıklarını tekrar
yapıyordum. Bir süre sonra ona hiç iş vermez oldum . Adam aylarca hiç bir şey
yapmadan para kazandı.
Mükemmeliyetçilik kontrolcülüğü yanında getiriyordu.
İnsanları, durumları, olayları kontrol etmek için insan üstü çaba harcıyordum. Her
durumu önceden planlamaya çalışıyordum. Tatile gitmeden önce gideceğim
ülkedeki şehrin sokaklarına varıncaya
kadar ezberlemiş oluyordum. Bunun beni nasıl tükettiğini anlamam yıllar aldı.
Yaptığım işin eleştirildiği o an tepkiyi veren 41 yaşındaki
Serap değil içimdeki küçük Serap’tı. Çok
büyük bir acı duyuyordu çünkü eleştirildiğinde yetersiz hissediyordu. Ona göre
yetersiz olmak daha az sevilmekle eşdeğerdi.
Bunları annemi suçlamak için yazmıyorum. Herkesin elinden
gelen en iyi şekilde, en doğru bildiğini yaptığına yürekten inanıyorum. Bedenlerimiz
büyürken içimizdeki çocukları büyütmek bizim sorumluluğumuz. Önermesi gerçek
olmasa da (Yetersiz olursam beni sevmezler ) o gün o küçük kızın
hissettiklerinin gerçek olduğunu biliyorum. Onu sevgiyle kucaklıyorum.
Kendimize sarılmayı öğrenmediğimiz sürece hiç bir kucaklamanın yeterli
gelmeyeceğini çok iyi biliyorum.
Yeterliyim, yeterlisin, yeterliyiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder