14 Nisan 2018

Dedektif Turuncu


İçimde bir dedektif var, düşündüklerimi, söylediklerimi dikkatle izliyor ve kayda alıyor. Kendisiyle son birkaç yıldır beraber yaşıyoruz. Gözünden hiçbir şey kaçmıyor. Misal bir cümle ettim; cümle doğru olduğuna inandığım sözcüklerden oluşuyor bana göre fakat dedektif bu cümleyle çelişen davranışlarımı getiriyor önüme hemen, uydurdun bunları diyor. Bunu o kadar hızlı yapıyor ki; ne cevap vereceğimi, nasıl davranacağımı bilemiyorum ve her seferinde kendimden, söylediklerimin doğruluğundan şüphe ediyorum. Bazen uzun süre görünmüyor ortalıkta, o zaman biraz rahatlıyorum. Bazen de günlerce peşimi bırakmıyor.

Kim bu dedektif? Amacı ne? Peki, dedektifin orda olduğunu bilen kim?

Mart ayı boyunca kafamın içinde “Hiç öğrenmiyorsun!” plağı döndü de döndü. Plaktaki bu eserle dedektifin ortaya çıkmasından sonra tanıştık. Ne zaman ki dedektif bir şey hakkında “Bu öyle değil!” diyor, ben bunun üzerine düşünüyorum, aslında öyle olmadığını bildiğimin farkına varıyorum ve şaşırıyorum. Ben bunun böyle olmadığını öğrenmiştim diyorum. İyi de, madem öğrenmiştim, neden öyle davranmadım? Hani yabancı diller için denir ya hep; anlıyorum ama konuşamıyorum, ben de biliyorum ama değiştiremiyorum.

Dün pazara giderken Bruce Lipton’un bir konuşmasını dinliyordum. Günlük hayatımızın ancak %5 ‘inde bilinçli davrandığımızı,  %95 ‘inde ise bilinçaltı kayıtlarımız doğrultusunda hareket ettiğimizi söyledi. Hayatımızın çoğunluğunu idare eden bu otomatik pilotun kullandığı kayıtlar bilinçaltımızda 7 yaşına kadar oluşuyormuş. Buraya kadar pek yeni bir şey yok aslında. Hayatımızı büyük ölçüde şekillendiren şeyin çocukluğumuz, içinde yetiştiğimiz aile olduğunu pek çoğumuz duymuşuzdur bir şekilde. Benim aklımı başımdan alan bu oran ve ardından duyduklarım oldu.

Yoga, meditasyon, farkındalık, bilinç, kişisel gelişim gibi kavramlar hayatıma gireli 6 yıl oldu. Bu 6 yılda pek çok kitap okudum, eğitime katıldım, fiziksel pratikte bulundum. Hayatın ne kadar değişti derseniz, bilemiyorum. Elbette bariz değişiklikler var; fiziksel olarak daha sağlıklı ve bedenimle bağlantıdayım, pek yararıma olmayan “iş”leri bıraktım, bağımlı ilişkiler kurmaktan (nispeten) kurtuldum, insanların davranışlarının benimle alakalı olmadığının farkına vardım filan. Öte yandan bazı şeyler de pek değişmedi sanki. Önceden bunların zaten farkında olmadığımdan ezbere yaşayıp gidiyordum da, öğrendikten sonra bunları neden değiştiremedim?

Hepimiz sağlıklı beslenmenin önemini, sigaranın sağlığa zararlı, her gün yoga yapmanın faydalı olduğunu, her canlıya şefkatle davranmanın sevgiyi arttırdığını bilmiyor muyuz? Ya da kendimizi olduğumuz gibi kabul etmenin ve sevmenin öneminden, teslim olmanın, koy vermenin özgürleştirdiğinden haberimiz yok mu? Var tabi! Madem bu kadar farkındayız, neden acı çekiyoruz?

Meğer bilinçaltımızda oluşan kayıtlar bilinçli olarak öğrendiklerimizle değiştirilemiyormuş! Ben kendime sürekli olarak hayatımın son 6 yılında öğrendiklerimi tekrarlıyorum, sağlıklı beslen, yoga yap, kendini sev ancak seçim yapmam gereken bir durumla karşılaştığımda eğer o an bilinçli değilsem otomatik olarak ilk 7 yılda oluşturduğum kayıtlara gidiyorum ve orda sonradan öğrendiklerim yok. Dolayısıyla her ne kadar doğrusunu öğrendiysem de davranışımı değiştiremiyor, her zaman davrandığım gibi davranıyor ya da tepki veriyorum. Bu kayıtlar ancak hipnozla değişiyormuş ya da (önceden yaptığımız kayıtları) uykuya dalmadan dinleyebilirmişiz.

İşin bilimsel boyutu elbette çok daha derindir ancak bunu böyle basit bir düzeyde duymak beni nasıl rahatlattı anlatamam. Oh be, sorun bende değilmiş! Burda elbette öğrendiklerini düzenli olarak tekrar etmenin önemi ortaya çıkıyor. O bize “iyi” geleceğini bildiğimiz şeyi onun iyi olmadığını söyleyen zihnimizin sesine aldırmaksızın yapmaya devam etmek gerek, ta ki iyi geldiğini hissedene kadar. En düzenli pratiğim yoga olduğundan bunu en çok yoga yaparken deneyimliyorum. Öncesinde ne olmuş, zihnim beni neye inandırmış olursa olsun her sabah matımın başına geçtiğimde fark ediyorum ki hakikat her zaman orada, benim onu görmemi bekliyor.

Geçen sabah üniversiteden sınıf ve ev arkadaşım, 4,5 yaşındaki kızının ağaç pozundaki fotoğrafını gönderdi. Uzun zamandır haberleşmemiştik, görüntülü konuştuk sonrasında. Sohbetin bir yerinde kızının bu hareketi nerden öğrendiğini, etrafında yoga yapan biri olup olmadığını sordum. 3,5 yıl önceki ziyaretimde benim ona gösterdiğim bir kaç hareketi onun da kızına gösterdiğini söyleyince yaşadığım mutluluğu tarif etmem imkânsız. Millet beni yoga bilirkişisi yaptı, kim yogayla ilgili bir şey duysa, merak etse bana geliyor deyince ne güzel işte dedi. O an, bunun ne kadar güzel bir şey olduğunu daha önce düşünmediğimi fark ettim. Bu gerçekten de harika bir şeydi.  Kafamdaki 6 yılda ne kadar değiştim, değiştim mi soruları başka bir boyuta taşındı bir anda. Değişim benim beklediğim (ya da istediğim) şekilde ve hızda gerçekleşmese de bir şeyler değişiyordu.

Hepimiz değişimin gerekliliğinden bahsediyoruz ama bunun için bir şeyler yapmaktan, değişimin zorluğundan kaynaklanan acıyı yaşamaktan kaçıyoruz. Değişim dışardan sihirli bir değnekle gelsin, bir dokunuşla farkında olalım, hiç hata yapmayalım istiyoruz. O zaman da benim gibi içimizdeki dedektife kızıyoruz. Ben bu dedektifin pek çok öğretide değişik isimlerle adlandırılan “tanık”, “izleyici” olduğunun sonradan farkına vardım. Amacı da bana kötülük etmek değil kesinlikle.

Dün gece katıldığım bir grupta şöyle bir diyalog geçti;

-Merhaba, benim ismim Serap.
- Sen o Serap mısın? Yoga hocası, turuncu olan?
- ??? İsmim Serap ve yoga hocasıyım ama turuncu ne bilmiyorum.

Diyaloğun devamında; ben gruba katılmadan önce yoga hakkında konuşulurken ismimin geçtiğini ve her nasıl olduysa Tütüncü olan soyadımın Turuncu olarak aktarıldığını anladım.
Bu yazıyı yazarken artık barış imzalamaya meylettiğim içimdeki dedektife bu ismi vermeye karar verdim. İçimdeki dedektif içinizdeki dedektifi selamlıyor…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder