Yoga yapmadığım günlerin ardından neden yoga yapı yapıyoruz gibi
bir konu başlığı çıkması ironik görünebilir (renkli günler devam ediyor). Belki
de görünmez. Belki de yapamamanın boşluğunu yazarak doldurmak istiyorumdur ya
da şu an içinde bulunduğum dönem neden yoga yaptığımı düşünmeye sevk ediyordur
beni, bilmiyorum.
Derslerime gelen
öğrencilerin çoğunluğu yogaya yeni başlayan kişiler. Bu da bana yogaya yeni
başladığım dönemi hatırlatıyor sık sık. Yoganın hayatlarımıza girişi zamanlama
olarak tesadüfi değil bana kalırsa. “Kul sıkışmadan Hızır yetişmez” diye bir
deyiş var ya, tastamam öyle. Ben yogayla hayatımın en buhranlı döneminde
tanıştım. Kim olduğumla ilgili tüm algımın yerle bir olduğu bir zamandı ve bir
yoga dersinde buluvermiştim kendimi. “Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım
değişti.” diye başlıyor ya yazar romanına, ben de “Bir gün bir yoga
dersine gittim ve bütün hayatım değişti.” diye yazmayı çok isterdim.
Elbette hayatım değişti o dersten sonra ama değişim cümlenin kulakta tınladığı
romantiklikte ve hızda olmadı. Önümde yogaya başladığım o zamandan daha
bunalımlı günler beni bekliyordu ve cevaplar altın tepside önüme sunulmayacak,
onlara ulaşmak için çooook çabalamam, oldu sanmam, hata yapmam, vazgeçmem,
tekrar denemem gerekecekti. Yine de; Kitay Gorod’ta zemin kattaki o yoga
stüdyosunda, tek kelimesini anlamadığım Rusça yapılan derste, ne yapıyor bu
insanlar diye merakla etrafımı izlemekten afallamış bir haldeyken yattığımız
savasana da yüreğimde birkaç alt yazı belirecek ve şifre ucundan çözülmeye
başlayacaktı. İyi bir şeydi bu yoga.
Öğrencileri evde günlük
pratik yapmaları konusunda yüreklendirmeye çalışıyorum her fırsatta. Cumartesi
günkü derste birkaç cümleyle yoganın hayatımıza etkisinden bahsederken
bir yandan da dinliyordum kendimi. İnsanın kendine ait olmayan bir deneyimi
başkalarına anlatması çok zor. Hani bir şeylerden kavramsal bazda; efenim
komünizm şudur, materyalizm budur diye saatlerce konuşabilen kendinden pek emin
insanlar var ya ben çok şaşırıyorum onlara. Sen hiç komünist bir rejimde
yaşamadıysan nerden biliyorsun komünizmin nasıl bir şey olduğunu? Ben kavramsal
olarak yogayı anlatmayı pek güç buluyorum. Zaten okyanus gibi bir şey, tüm
ömrümü bu uğurda harcasam bile bu bilginin ne kadarına vakıf olabilirim hiçbir
fikrim yok. Ama yoga yapmak nasıl bir şey derseniz bir şeyler söyleyebilirim
belki ya da yoga yaparken nasıl hissettiğimden bahsedebilirim. Konuşmak için
elimdeki en değerli kaynak kendi yoga pratiğim. Bu oldukça sübjektif bir bilgi
olsa da kitaplarda okuduğum tanımlardan daha gerçek, en azından benim için.
Kendimden ne kadar kopuk
yaşadığımın farkına ancak yogaya başladıktan sonra varabildim ben. Yoga
dediğimiz şey (en azından batıda) çoğunlukla asanalardan oluştuğundan ilk
farkındalığın bedensel düzlemde gelmesi şaşırtıcı değil. Bedenimi tanımanın,
ona dokunmanın, çalışan çalışmayan kasların farkına varmanın güzelliği
tartışılmaz ama bedenimle ilgili beni en şaşırtan şeylerden biri buzdolabına
yaptığım sık ziyaretlerin karnımın acıkmasıyla alakalı olmadığını anlamak
olmuştu mesela. Normalde yemek yemeden duramayan, açlığa hiç dayanamayan
ben sabah yoga dersim olduğunda hiçbir şey yemeden derse gidiyor, bir buçuk
saat yoga yapıp nerdeyse öğleni bulan bir saat eve geldiğimde bile pek fazla
açlık hissetmiyordum. Demek vücudum o kadar fazla yemeden de varlığını
sürdürebiliyordu. Hani para getirmeyen şeyler için” karın doyurmaz” derler ya;
anne babana ben oyuncu olacağım dediğinde “Tiyatro karın doyurmuyor .”diye
itiraz ederler; yogayla ilgili ilk keşiflerimden biri karın doyurduğu olmuştu.
Elbette doyurduğu karnım değildi, ruhumdaki doygunluk başka bir eksikliği
hissetmeme olanak tanımıyordu o anlarda ama ben bunun bu şekilde olduğunun
farkında değildim o zamanlar.
Kendimizle ne kadar vakit
geçiriyoruz? Kendinle olmaktan kastım başka insanların uzağında, yalnız olmak
değil; kafanda (çoğunun farkında olmadığın) binlerce düşünce, yargı
olmadan, bir yere yetişme kaygısı duymadan, plan yapmadan, sıkıntıdan
durmaksızın saate bakmadan, gelecek için hayallere dalmadan, gerçekten ilişki
kurarak kendinle olma hali bahsettiğim. Yogayı bu kadar büyülü kılan kendimizle
olmak için daha doğrusu kendimiz olmak için bize açtığı alan bence. O küçücük
matın üzerinde, birilerinin eşi, kızı, annesi, çalışanı, patronu,
arkadaşı, mutlu, üzgün, endişeli, fakir, zengin, şişman, zayıf, kısa,
uzun, Amerikalı, Türk, Hintli kısacası bizi tanımladığını düşündüğümüz tüm
sıfatlarımızdan azade, sadece olduğumuz kişi olabilme hali bizi bu kadar
etkileyen. Hayat koşturmacası dediğimiz şeyin içinde tadını unuttuğumuz o
özgürlük hissi. Hangi duyguyla başlarsam başlayayım, nefesimle, bedenimle bir
oldukça tüm varlığıma yayılan, geri kalan her şeyin önemini yitirdiği,
her şeyin tastamam olduğu, ne kim olduğum ne de âlemdeki yerimin neresi
olduğuyla ilgili tek şüphenin kalmadığı o hal. Kim neden yoga yapar bilmiyorum ama
ben “o hal “ için yapıyorum yogayı.
Yoga yaparken o hale
ulaşmak kolay, zor olan o hali yoga bittikten sonra hayatın içinde
sürdürebilmekte. Biri sana senin “iyi” tanımının dışında kalan bir şekilde
davranıp canını çok acıttığında, sen de onun canını deli gibi acıtmak isterken
susabilmekte mesela. Ya da bir asanayı harika yaptığını düşünürken bir
fotoğrafta, ya da camdan bir yansımada vücudunun şeklini görüp asananın
yanından bile geçmediğini fark ettiğinde hayal kırıklığına uğramamakta. Düzgün
çizilmiş yüz portrelerinin yanı sıra Picasso’nun çizdiği yamuk yumuk yüz
portrelerinin güzelliğini takdir edebilmekte.
Yoga yaparken kolay dedim
de; o hale de her yoga yaptığında ulaşıyor musun diye sorarsanız, hayır.
Bazı günler olmuyor, zihnime yenik düşüyorum, o BİRliği hissedemiyorum. O
günlerde yaptığımız şey yoga olmuyor mu peki? Bence oluyor. Bence yoga o halin
bile gelip geçici olduğunu anlayıp kabul ettiğimizde oluyor. Bize düşen; o hale
varıp varmayacağımızı bilmesek bile her gün çabalamaya devam etmek. Sonunda eve
ulaşacaksak yolu yürümekten gocunmak niye?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder