15 Ağustos 2014

Ortaya Karışık

Hava bir kaç gündür inanılmaz bunaltıcı. Şöyle anlatırsam daha kolay anlaşılır sanırım; nefes aldığınızda ciğerinizdeki alveollerin birbirine yapıştığını hissediyorsunuz nemden, öyle berbat, yapış yapış bir hava,  tam bir Antalya yazı klasiği. Dün işten gelir gelmez üzerimi değiştirip yürüyüşe çıktım. Karşıdaki Beydağları'nın ayna gibi gözüktüğü, deniz manzaralı bu parkta genellikle akşamları, bazen de sabahın erken saatlerinde yürüyorum sık sık. Dün baktım, nem bulut şeklinde inmiş, koskoca dağları hiç bir iz bırakmamacasına kaybetmiş arkasında. Baktığınızda sadece denizi görüyorsunuz, dağdan eser yok! Buraya ilk kez gelen biri olsam denizi uçsuz bucaksız sanar, dağlarla çevrili olduğunu aklıma bile getirmezdim diye düşündüm. Ama ben bu denizin dağlarla çevrili olduğunu biliyordum, o an dağları göremesem de orda olduklarını biliyordum.

Aklıma bir ay kadar önce parkta yaptığım bir yürüyüş geldi. O gün birden karşıma çok çok daha geniş bir deniz manzarası çıkınca şok oldum. Önce, demek ki böyle bir manzara varmış da farkına varmamışım bunca zaman diye düşündüm. Hafızamı zorladım, yok, daha önce kesinlikle böyle bir manzara yoktu! Sonra içim birden cız etti, yol boyunca kocaman ağaçlar varmış da onları kesince birden manzara ortaya çıkmış gibi bir düşünce geçti aklımdan. İçim acıyarak kesilmiş ağaçların köklerini aradım, kök mök  yok. Hafızamı biraz daha zorlayınca yol boyunca saz ve çalıların olduğunu hatırladım. Onlar temizlenince manzara birden değişivermişti.

Bunun üzerine düşündüm biraz; orda olduklarını bilmemize rağmen etraftaki gereksiz kalabalık yüzünden göremediklerimizi düşündüm. Ne sebeple olursa olsun o an onları görmüyor oluşumuzun var oldukları gerçeğini değiştirmediğini düşündüm.

Hayat garip şey. İki hafta önce beni hem çok şaşırtan hem de kahkahalara boğan bir deneyim yaşadım; ŞİİR YAZDIM. Bunda komik olan ne var diyebilirsiniz. Ben hayatı boyunca tek bir şiir kitabı almamış, bırakın satın almayı, merak edip birinden ödünç bile istememiş biriyim. Sağda solda bir yerde karşıma çıkan şiirleri okumuşumdur belki, anlamadan, havasına giremeden. Hayatta merak etmediğim, ilgi duymadığım nadir şeylerden biridir şiir. (Oldukça meraklı bir tipimdir aslında.) Okumam, bilmem, anlamam.

Charles Bukowski'nin romanından uyarlanan Factotum filmini izlediğim o gece içimden bir şeyler yazmak gelince oturdum, başladım yazmaya. Kısa süren yazma sürecini bitirip yazdıklarımı okuyunca dedim ki, sanki şiire benziyor bu! Sabah yazdıklarımı Nil'e (yazmak için birbirimizi motive ettiğimiz bir arkadaşlığımız var.) gönderdim. "Şiir mi ne diye isim mi olur, düpedüz şiir bu!" dedi. Ben de o şiirin ismi değil ,yazının ismi dedim. (Hala kabul edememiştim şiir olduğunu.) Şiirse ismini sen koy o zaman dedim de, o koydu ismini. O gün durup durup güldüm kendime, kahkahalarla güldüm. Kısa süre sonra bir şiir daha yazdım, şaka gibi.


İçimizdeki zenginliklerin farkına varmıyoruz çoğu zaman. Yıllar boyu gereksiz malzemelerle o kadar örtmüşüz ki kaynağın üzerini, ordan bir şeylerin yüzeye çıkması uzun zaman alıyor. Bazen de çıkamadan kaybolup gidiyor o derinliklerde güzelim zenginlikler.


Alışkanlıklar üzerine düşünüyorum bir süredir. Ben müzik dinlemeden duramayan insanlardanım, evde, işte, dışarda, yaşamımın her anında var müzik.Yürürken filan da dinlerim hep. Bir süre önce (aslında bayağı oldu, ne kadar olduğunu hatırlamıyorum) kulaklığım arızalandı. Yenisini almaya üşendim. İlk bir kaç gün inanılmaz zorlandım. İşteki kulaklık sorunu çözdüm bir şekilde ama dışardayken dinleyemiyordum. Bunu alışkanlıklarımı gözlemlemek için bir fırsat olarak değerlendirmeye karar verdim ve vazgeçtim kulaklık almaktan. Müzik olmadan yürüdüm bir süre. O süre zarfında öten kuşları, parkta oynayan çocukları, şehrin sesini dinledim. Tüm o yürüdüğüm zamanlarda aslında orda olmadığımın, müziğin içinde kaybolup başka bir yerlere gittiğimin farkına vardım. Alışkanlıklar sayesinde kendimize sağladığımız sahte rahatlık alanlarının alışkanlıkla ilgili düzen bozulunca bizi nasıl sıkıntıya soktuğunu gördüm. (Kahve içemediğim zamanlarda hissettiğim yoksunluk duygusu gibi.)

Gözlemimden yaptığım çıkarım şöyle; insan alışkanlık yoluyla kolayca pek çok şeye bağımlılık geliştirebiliyor ancak aynı kolaylıkla değişik koşullara uyum da sağlayabiliyor. Çıkarımı yapıp dersimi aldıktan sonra sık sık kendimi 'biri bana kulaklık hediye etse ne güzel olur 'diye düşünürken yakalamaya başlamıştım ki  evren!den cevap geldi. Hediye değil ama tahmin etmediğim bir yolla kulaklık geldi bugün, çok mutlu oldum. Akşam uzun zaman sonra müzik dinleyerek yürüdüm ve bundan büyük keyif aldım. Neden bu kadar korktuğumuzu bilmiyorum ama değişim güzel şey. Her zaman yaptığımız şeylerden vazgeçip arada bir değişik bir şey yapmak iyi geliyor, farkındalık sağlıyor ve kısır döngülerden koruyor bizi. Bir de çaba gereksiz bir şey mi diye düşünmeden edemedim; ister ve sabır gösterip beklersek isteklerimiz gerçekleşir mi acaba?

Son bir şey daha; kulaklığın gelişine bu kadar sevinmem bazı kişileri çok eğlendirdi, bu kadar küçük bir şeyden mutlu olmamla dalga geçtiler. Dün daha da küçük bir şeyden mutlu olmuştum, onunla da dalga geçmişlerdi. Küçük şeylerden mutlu olmanın insanları neden rahatsız ettiğini anlayamıyorum bir türlü. Acaba etraflarında mutlu olabilen insanları görünce mutsuzluklarını hatırlıyorlar da, bu duyguyla baş edebilmek için küçük görmeye, dalga geçmeye mi çalışıyorlar? Neyse, neyi niçin yaptıkları onların sorunu.

Çıkarımını yapmış, kulaklığını takmış mutlu kız iyi geceler diler...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder