İçimde bir dedektif var, düşündüklerimi, söylediklerimi
dikkatle izliyor ve kayda alıyor. Kendisiyle son birkaç yıldır beraber
yaşıyoruz. Gözünden hiçbir şey kaçmıyor. Misal bir cümle ettim; cümle doğru
olduğuna inandığım sözcüklerden oluşuyor bana göre fakat dedektif bu cümleyle
çelişen davranışlarımı getiriyor önüme hemen, uydurdun bunları diyor. Bunu o
kadar hızlı yapıyor ki; ne cevap vereceğimi, nasıl davranacağımı bilemiyorum ve
her seferinde kendimden, söylediklerimin doğruluğundan şüphe ediyorum. Bazen
uzun süre görünmüyor ortalıkta, o zaman biraz rahatlıyorum. Bazen de günlerce
peşimi bırakmıyor.
Kim bu dedektif? Amacı ne? Peki, dedektifin orda olduğunu
bilen kim?
Mart ayı boyunca kafamın içinde “Hiç öğrenmiyorsun!” plağı
döndü de döndü. Plaktaki bu eserle dedektifin ortaya çıkmasından sonra
tanıştık. Ne zaman ki dedektif bir şey hakkında “Bu öyle değil!” diyor, ben
bunun üzerine düşünüyorum, aslında öyle olmadığını bildiğimin farkına varıyorum
ve şaşırıyorum. Ben bunun böyle olmadığını öğrenmiştim diyorum. İyi de, madem
öğrenmiştim, neden öyle davranmadım? Hani yabancı diller için denir ya hep;
anlıyorum ama konuşamıyorum, ben de biliyorum ama değiştiremiyorum.
Dün pazara giderken Bruce Lipton’un bir konuşmasını
dinliyordum. Günlük hayatımızın ancak %5 ‘inde bilinçli davrandığımızı, %95 ‘inde ise bilinçaltı kayıtlarımız
doğrultusunda hareket ettiğimizi söyledi. Hayatımızın çoğunluğunu idare eden bu
otomatik pilotun kullandığı kayıtlar bilinçaltımızda 7 yaşına kadar oluşuyormuş.
Buraya kadar pek yeni bir şey yok aslında. Hayatımızı büyük ölçüde
şekillendiren şeyin çocukluğumuz, içinde yetiştiğimiz aile olduğunu pek çoğumuz
duymuşuzdur bir şekilde. Benim aklımı başımdan alan bu oran ve ardından
duyduklarım oldu.
Yoga, meditasyon, farkındalık, bilinç, kişisel gelişim gibi
kavramlar hayatıma gireli 6 yıl oldu. Bu 6 yılda pek çok kitap okudum, eğitime
katıldım, fiziksel pratikte bulundum. Hayatın ne kadar değişti derseniz,
bilemiyorum. Elbette bariz değişiklikler var; fiziksel olarak daha sağlıklı ve
bedenimle bağlantıdayım, pek yararıma olmayan “iş”leri bıraktım, bağımlı
ilişkiler kurmaktan (nispeten) kurtuldum, insanların davranışlarının benimle
alakalı olmadığının farkına vardım filan. Öte yandan bazı şeyler de pek
değişmedi sanki. Önceden bunların zaten farkında olmadığımdan ezbere yaşayıp
gidiyordum da, öğrendikten sonra bunları neden değiştiremedim?
Hepimiz sağlıklı beslenmenin önemini, sigaranın sağlığa
zararlı, her gün yoga yapmanın faydalı olduğunu, her canlıya şefkatle
davranmanın sevgiyi arttırdığını bilmiyor muyuz? Ya da kendimizi olduğumuz gibi
kabul etmenin ve sevmenin öneminden, teslim olmanın, koy vermenin
özgürleştirdiğinden haberimiz yok mu? Var tabi! Madem bu kadar farkındayız,
neden acı çekiyoruz?
Meğer bilinçaltımızda oluşan kayıtlar bilinçli olarak
öğrendiklerimizle değiştirilemiyormuş! Ben kendime sürekli olarak hayatımın son
6 yılında öğrendiklerimi tekrarlıyorum, sağlıklı beslen, yoga yap, kendini sev
ancak seçim yapmam gereken bir durumla karşılaştığımda eğer o an bilinçli
değilsem otomatik olarak ilk 7 yılda oluşturduğum kayıtlara gidiyorum ve orda
sonradan öğrendiklerim yok. Dolayısıyla her ne kadar doğrusunu öğrendiysem de
davranışımı değiştiremiyor, her zaman davrandığım gibi davranıyor ya da tepki
veriyorum. Bu kayıtlar ancak hipnozla değişiyormuş ya da (önceden yaptığımız
kayıtları) uykuya dalmadan dinleyebilirmişiz.
İşin bilimsel boyutu elbette çok daha derindir ancak bunu böyle
basit bir düzeyde duymak beni nasıl rahatlattı anlatamam. Oh be, sorun bende
değilmiş! Burda elbette öğrendiklerini düzenli olarak tekrar etmenin önemi
ortaya çıkıyor. O bize “iyi” geleceğini bildiğimiz şeyi onun iyi olmadığını
söyleyen zihnimizin sesine aldırmaksızın yapmaya devam etmek gerek, ta ki iyi
geldiğini hissedene kadar. En düzenli pratiğim yoga olduğundan bunu en çok yoga
yaparken deneyimliyorum. Öncesinde ne olmuş, zihnim beni neye inandırmış olursa
olsun her sabah matımın başına geçtiğimde fark ediyorum ki hakikat her zaman
orada, benim onu görmemi bekliyor.
Geçen sabah üniversiteden sınıf ve ev arkadaşım, 4,5
yaşındaki kızının ağaç pozundaki fotoğrafını gönderdi. Uzun zamandır
haberleşmemiştik, görüntülü konuştuk sonrasında. Sohbetin bir yerinde kızının bu
hareketi nerden öğrendiğini, etrafında yoga yapan biri olup olmadığını sordum.
3,5 yıl önceki ziyaretimde benim ona gösterdiğim bir kaç hareketi onun da
kızına gösterdiğini söyleyince yaşadığım mutluluğu tarif etmem imkânsız. Millet
beni yoga bilirkişisi yaptı, kim yogayla ilgili bir şey duysa, merak etse bana
geliyor deyince ne güzel işte dedi. O an, bunun ne kadar güzel bir şey olduğunu
daha önce düşünmediğimi fark ettim. Bu gerçekten de harika bir şeydi. Kafamdaki 6 yılda ne kadar değiştim, değiştim mi
soruları başka bir boyuta taşındı bir anda. Değişim benim beklediğim (ya da istediğim)
şekilde ve hızda gerçekleşmese de bir şeyler değişiyordu.
Hepimiz değişimin gerekliliğinden bahsediyoruz ama bunun için
bir şeyler yapmaktan, değişimin zorluğundan kaynaklanan acıyı yaşamaktan
kaçıyoruz. Değişim dışardan sihirli bir değnekle gelsin, bir dokunuşla farkında
olalım, hiç hata yapmayalım istiyoruz. O zaman da benim gibi içimizdeki dedektife
kızıyoruz. Ben bu dedektifin pek çok öğretide değişik isimlerle adlandırılan
“tanık”, “izleyici” olduğunun sonradan farkına vardım. Amacı da bana kötülük
etmek değil kesinlikle.
Dün gece katıldığım bir grupta şöyle bir diyalog geçti;
-Merhaba, benim ismim Serap.
- Sen o Serap mısın? Yoga hocası, turuncu olan?
- ??? İsmim Serap ve yoga hocasıyım ama turuncu ne
bilmiyorum.
Diyaloğun devamında; ben gruba katılmadan önce yoga hakkında
konuşulurken ismimin geçtiğini ve her nasıl olduysa Tütüncü olan soyadımın
Turuncu olarak aktarıldığını anladım.
Bu yazıyı yazarken artık barış imzalamaya meylettiğim
içimdeki dedektife bu ismi vermeye karar verdim. İçimdeki dedektif içinizdeki
dedektifi selamlıyor…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder