Bugün Terazi’de
dolunay, hem de süper dolunay .(Dünyaya daha yakın ve %30 daha büyük).
Sabahları 5.30 gibi kalkıp sadhanama başlıyorum normalde . Bu sabah da dolunayın gerçekleştiği saatte (5.35) uyandım ancak yataktan kalkmadım. (Dolunay ve yeni ay
günleri yoga yapmıyorum.) Aslında kalkıp
meditasyon yapabilirdim ama uyku kollarına çekti. (Neden bilmiyorum, erken
yatmıştım dün gece halbuki.) Gözümü açar açmaz bu sabah dolunay dedim ve şu an ne olduğunu net olarak hatırlamadığım
bir şeyi bırakmaya niyet ettim. Ben şu an ne olduğunu hatırlamasamda niyetim
çok net ve belirgindi o an. Sonra tatlı bir uykunun derinliklerine daldım. (Bir
kere uyandıktan sonra uyumaya devam edemem halbuki.)
Gözümü
tekrar açtığımda saat 7.00 olmuştu. Bir şeyler okudum biraz. Sabahın körü
olmasına rağmen film izlemek için dayanılmaz bir istek duydum. “Arrival” diye
bir film seçtim. İzlemeye başladım. Filmde uzaylılar dünyanın 12 yerine
kapsülleriyle iniş yapıyorlar ve Amerikalı dil uzmanı kahramanımız onlarla
iletişim kurmaya çalışıyor. 18 saatlik aralıklarla kapsüle gide gele aralarında
bir dil geliştiriyorlar. Bu kısmı bile benim için yeterince ilginçken uzmanımız
sembollerin anlamlarını rüyalarında çözmeye başlıyor. Sonra onların aslında
rüya olmadığı, gelecekteki yaşantısından kesitler olduğu ortaya çıkıyor. Tüm bunları
izlerken zamanın doğrusal olmadığıyla
ilgili bir şeyler öyle bir yerine oturuyor ki; birden her şey anlamını
yitiriyor. Şu an yaşadığımız hayatın gerçekliğinden şüpheye düşüyorum. Sanki
bir simülasyonun içindeyiz hepimiz, bir filmdeymişçesine rollerimizi oynuyoruz.
Bu virüs
hadisesi çıkalı beri en farkında olmayanımız bile uyanmaya başladı ya artık
hepimiz BİRiz ve BİRlikte hareket etmediğimiz sürece çıkmayacağız bu batağın
içinden filmdeki uzaylıların vermeye çalıştığı mesaj da bu; kapsülün iniş
yaptığı dünyanın değişik yerlerindeki 12 ülkenin beraber hareket etmesi
gerekiyor. Tövbe bismillah!
Zamanda
kayma yaşanmışcasına garip hallere girmiş banyonun paspasına manasız gözlerle
bakarken dışardan müthiş bir gürültü geliyor. Balkona çıkıyorum. Nerdeyse 2
aydır boş duran karşımdaki apartmanın tepesine bir iş makinesi konmamış mı kuş
misali? Görüntü pek bir sürreal geliyor. Ah diyorum, nasıl da manidar
zamanlama, tam da dolunay vakti!
Odaya geri
dönüp filmi izlemeye devam ediyorum. Telefon çalıyor; arayan komşum. Rahatsız olduysan
bize gel diyor. Neyden rahatsız olduysam diyorum. Sesten diyor. Ne sesi
diyorum. Öyle dememle beraber binanın tepesindeki iş makinesinin yıktığı apartmandan
gelen seslerin farkına varıyorum. Dışarda kıyamet kopuyor, ben filme kendimi
öyle kaptırmışım ki hiç bir şey duymuyorum :D Komşuma ben artık dış koşullardan
etkilenmeyi bıraktım deyip şaka yapıyorum.
Film
bitiyor. Telefon yine çalıyor. 6 aydır sürüp giden bir mevzu var. Ne zaman
bitti artık desem canlanıp karşıma çıkıyor. Son 1 haftadırsa gelen her telefonla
ne çıkacağını asla tahmin edemeyeceğim şekilde kötüye gidiyor durum sanki. O
yüzden korkarak bakıyorum telefona, açmasam mı acaba? Açıyorum. Tamam diyor
telefondaki, sorun çözüldü. Derin bir OHHH çekiyorum. Konu öyle saçma ki! Yine
de mutluyum kaybettiğim eşeğimi bulduğum için. Sen çok yaşa emi dolunay.
Coronoya
müteşekkir olduğum pek çok konu var. Kendimle ilgili olanlardan en önemlisi her
şeyi mükemmel yapma çabama son vermiş olması. Dün canlı yayından evvel kafamın
içindeki ses yine “Acaba görüntü iyi olacak mı, ses yeterince çıkacak mı, yayın
kesilir mi?” diye vır vır konuşurken
sese “Olmazsa ne olur yani?” diye sordum. “Ben bu işi acaba birine faydası dokunur
mu diyerek yapıyorum, elimdeki imkanlarla da yapabildiğim bu kadar. Önemli olan
niyet, gerisinin önemi yok.” diye devam ettim. Baktım çıt yok.
Bugün şehir
dışına taşındığı için uzun süredir görüşmediğim öğrencilerden biri yazmış;
yayın çok güzeldi, evde gibiydiniz diye. OHHHHH be.
Benim
dolunay işte böyle; seninki nasıl gidiyor?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder