Balkondan
bildiriyorum.
Bu sabah
güneş gökyüzünü muhteşem renklere boyayarak doğdu. Çiçek açmış kayısı ağacı
yeşermeye başladı. Antalya'nın en sevdiğim zamanları başlıyor. Burada tüm
caddeler turunç ağaçları ile doludur. Şehre yeni gelenler bunları portakal zannederek
pek bir heyecanlanır, toplamaya çalışırlar hemen. Turuncun acı tadını alınca da
hayalleri yıkılır. Her yıl Nisan'a doğru bu ağaçlar çiçek açmaya başlar ve
şehri dayanılmaz bir koku sarar, tatlı ve baygın. Sokaklarda yürürken şehrin
orta yerinde olmama rağmen sanki doğa beni kucaklıyormuş hissine kapılırım bu
koku sayesinde. Bu yıl sokaklarda özgürce yürüyemiyoruz ama napalım, başka
bahara artık. (Varsa şayet yaşanacak bir baharımız daha).
İşte bu sabah,
apartmanın bahçesindeki turunç ağacından gelen koku beni kendimden geçirince
yaşasın dedim, bahar geldi. Tüm mevsimleri seviyorum ama ilkbaharın yeri
başka. Doğadaki uyanış beni büyülüyor. Tüm kış toprak altında uyuyan tohumlar,
filizlenmeye, yeşermeye başlıyor. Cansız gibi duran bir formdan capcanlı bir
şey meydana çıkıyor. Bu bana içimizdeki potansiyeli hatırlatıyor her seferinde.
Kuş dilini
çözmek üzereyim. Psikologlar demiş ya; bu dönemde hayvanlarla konuşmanız normal,
onlar sizinle konuşmaya başlarsa sorun diye, kuşlar benimle konuşur mu bilmem
ama ben onları anlamaya başlıyormuş gibi hissediyorum. Zaten anlaşmak için ille
de konuşmaya gerek olmadığını düşünüyorum.
Terk edilmiş
apartmanın yanındaki apartmanın 3.katında bembeyaz bir kedi vardı bu sabah
pencereden dışarıya bakan. Hali pek bir hüzünlü göründü gözüme; sanki dışarı
çıkmak istiyormuş da çıkamıyormuş gibi. Onun
bir ev kedisi olduğunu hatırladım sonra, dışarı çıkmıyordu ki hiç! (Kendi
duygularımızı nasıl da dışarı yansıtıyoruz hemen.) Zaten bir süre sonra perdeyle oynamaya başlayıp
çıldırdı, hüzünlü olduğunu düşündüğüm halinden eser kalmadı.
Sanırım iki
yıl kadar önce annemin evinden bir kaç sardunya ve cinsini bilmediğim bir kaç
çiçek getirip ekmiştim balkonda duran saksılara. Sardunyalardan biri eker ekmez
açmıştı, bugüne kadar bir sürü çiçek verdi. Bu ana kadar hiç açmayan bir
tanesinin tomurcuklandığı fark ettim bu sabah ve çok sevindim, ne renk
çıkacağını çok merak ediyorum. Uzun süredir kurtarmaya çalıştığım bir tanesi
ise ölmek üzere.
Balkonun aynı
yerinde duran ve eşit güneş alan, eşit şekilde suladığım bu üç çiçeğin farklı
gelişmesinin sebebi neydi? Çiçeklerin iradeleri var mıydı acaba ya da hisleri? Onca
yoldan gelip yeni yuvalarına yerleştiklerinde biri “ Yaşasın, yeni bir şehir,
üstelik geldiğim yerden çok daha güneşli” deyip rengarenk açmaya mı karar
vermişti? Diğeri geldiği yeri yadırgayıp “Dur bakalım, açmaya değecek mi?”
diyerek kendini korumaya mı almıştı? Ve sonuncusu kendini ait
hissetmediği bu yerde, memleket hasretiyle çürümeye mi bırakmıştı bedenini?
Dünyada (dışarda)
çok fazla şey oluyor, içimde çok fazla şey oluyor. Bir kaç gündür okuduğum ya
da duyduğum bir cümlede, izlediğim bir şeyde başlayan kahkahalarım ağlamaya
dönüşüyor. Ya da tam tersi , ağlarken gülmeye başlıyorum. Gün içinde farklı
farklı haller, duygular beni ziyaret ediyor. Bu gülme ve ağlamaların içimde
sıkışmış duyguların dışa vurumu olduğunu bildiğimden endişelenmiyorum, aksine
seviniyorum. İçimizde sıkışmış her şeyin bizi zehirlediğini bildiğimden onlara
dışarı çıkmaları için yollar veriyorum. Bedenimdeki sıkışıklık için yoga asana yapıyorum,
kalbimdeki sıkışıklık için mantra söylüyorum. Bu ara sürekli Maha Mantra ve
Gayatri Mantra söylüyorum, çok ama çok işe yarıyor.
Kendimize
söylediğimiz yalanların sonu gelmiyor. En büyük yalanlardan biri sevgiyi hak
etmemiz gerektiği. Sevgiyi hak etmek için deliler gibi uğraşıyoruz; okuyoruz,
öğreniyoruz, başarılı, faydalı, üretken olmaya çalışıyoruz, sevilmek için
sınırlarımızdan, özgürlüğümüzden vazgeçiyoruz, olmadığımız biri gibi
davranıyoruz, yeter ki herkes bizi sevsin. Ama olmuyor, kimse kendini
sevemediğinden başkasını sevemiyor. Kendimizi kabul edemediğimizden kimseleri
kabul edemiyoruz. Ben evde oturuyorum, sen niye dışarı çıkıyorsun diye
bağırıyoruz avaz avaz. Öyle yapma böyle yap diyoruz çünkü en doğrusunu biz
biliyoruz.
Halbuki
seviliyoruz hiç bir şey yapmadan da, sadece var olduğumuz için. Yaratan
sevgiyse aksi nasıl mümkün olabilir ki? Yaratan her şeyiyle bütün ve eksiksizse
biz nasıl farklı olabiliriz?
Ev -şu an içinde çokça sıkışmış hissettiğimiz- dört duvardan oluşan bir yer
değil. Ev, içinde bulunduğumuz bu beden değil. (Şu an öyle gibi görünebilir ama
bu kısa bir süreliğine böyle.)
Ev gözünü
kapadığında gittiğin, bağlantıda, BİR hissettiğin o yer, her daim huzurlu,
sonsuz mutluluk içinde. Sat Chit Ananda
Şu anda ev
bizi çağırıyor...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder